Saadet Sevinç Doğan

Saadet Sevinç Doğan

Bedenim bana ait!

Bazı konu ve kavramları duymak bile fazlasıyla üzüyor. Üzmesi bir yana üzerinde daha fazla durulması gereğini de beraberinde getiriyor. Elimdeki kitap “Bedenim bana ait!” diyor, hem de bangır bangır bir başlıkla. Maalesef çocuk istismarı üzerine çokça haber okuduk. Hepsinde kahrolduk, kavrulduk.

Çocuk istismarı konusu son derece zor ve zorlayıcı bir konu. Bu alanda çalışanlar kadar aileler ve karar vericiler için de üzerinde titizlikle durulması gereken bir konu. Olayın elbette çok boyutu var. Her şeyden önce verilen cezaların caydırıcı olması ve koşulsuz şartsız çocuğu korumak üzerine kararlar çıkması gerekiyor bu tip davalardan. Olumsuz örnekler, gereksiz cezai indirimler ile kaybolan ve yara alan tartışmasız hepimizin geleceği.

İnanın üzerinde yazarken zorlanıyorum, düşünürken uyuşuyor elim ayağım, bir de bu konuyla ilgili yaşananları düşünmek tamamen kötü. En başta hukuk olmak üzere tüm karar verici pozisyonda olanların bu sorunu çözmek için seferber olması gerekiyor. Sadece bu ülkede değil Dünya’nın pek çok yerinde yaşanan bu insanlık dışı soruna karşı en azından küçük küçük tedbirler almaya çalışan aileler ve çocuklarımız için bu elimdeki kitap.

Yazının Devamı

Romeo ve Juliet

Bazı kavramların çocuklar tarafından nasıl alımlandığını bilemediğim için kısa bir kararsızlıktan sonra yazmaya karar verdim bu kitapla ilgili yazmaya. Romeo ve Juliet gibi önemli bir eser Çocuklar İçin Dünya Edebiyatı serisinde Barbara Kindermann tarafından uyarlanmış ve Christa Unzner tarafından resimlenmiş. Kazım Özdoğan tarafından Türkçeye çevrilen kitap böylece çocukların okumasına sunulmuş. Gergedan Yayınları’nın basımını üstlendiği kitapta William Shakespeare’nin eseri bu kez çocuklar için canlanıyor.

Öncelikle ölüm, aşk ve şiddet unsurlarının çocuk dünyasına aktarılması noktasında çekinceler taşıyor olmakla birlikte yine de bu çalışmanın önemli bir katkı sunduğu görüşündeyim. Çünkü tam da bunların karşısında durduğu ve iki insan arasındaki aşkın, sevginin nasıl da tüm nefreti yok ettiğini gösterdiği için. Dünyaca ünlü eseri ve eser sahibini zaten biliyoruz. Ancak bunun çocuklar için uyarlanmış halini okumak bir kez daha eserden aldığımız duyguları canlandırıyor.

Kitabı okurken çocuklar için bazı kavramların nasıl da anlamsız kaldığını düşündüm. Örneğin karşılıklı nefretle dolmuş iki aile ve nefretin sebep olduğu davranışlar. Bunlar zaten çocuklara ait şeyler değil ki? Büyüklerin nasıl böylesine gereksiz sebeplerle yaşamı zorlaştırdıklarını anlayabileceklerini sanmıyorum. Kaldı ki anlamasınlar zaten!

Yazının Devamı

ÖPÜCÜK ne RENKTİR?

Yeni yılın ilk yazısında bu kitapla azıcık içimiz açılsın istedim. O kadar çok olumsuz olay yaşandı ki, bazen öpücüğün rengini bulamazken, bazen de acıların rengini bulamıyoruz. Sadece tüm renkler karışıyor birbirine, tıpkı sözler gibi, kelimeler gibi. Ortalığı sadece zifiri bir karanlık kaplıyor. Maalesef geride bıraktığımız senede ülke ve Dünya gündeminde acı ve gözyaşı çokça yer aldı.

Yılın ilk gününde önümüzde güzel bir kız çocuğu olan Monika var ama ona Minimoni diyorlarmış. Bisiklete binmekten, kırlangıçları ve kekleri sevmekten ve balkonlarındaki çiçekleri sulamaktan keyif alan bir kız çocuğu. Hatta öyle ki onlar hızlı büyüsünler diye güzel şeyler söylemeye bayılan bir kız çocuğu. Ne harika değil mi? Çiçekleri büyüsün diye onlara güzel sözler söyleyen bir çocuk.

Bizlerin de çocuklarımızı büyütürken sabır, emek, özveri ve güzel sözlere ihtiyacımız var değil mi? En önemlisi de sevgiye ihtiyacımız var. Onların yürekleri öylesine güzel ve sıcak ki, sevmeyi ve sevginin ne demek olduğunu eğer izin verirsek öğretirler bize zaten.

Yazının Devamı

Kırmızı Sarı Siyah Beyaz

Brigitte Minne tarafından yazılan ve Carll Cneut tarafından resimlenen Kırmızısarısiyahbeyaz kitabı Sarıgaga Yayınları tarafından basılmış. Renkler çocukların isimleri aynı zamanda ve bitişik yazılmış. Türkçe’ye Türkay Yalnız tarafından çevrilen kitap, Belçika ve Fransa’da çeşitli ödüller almış.

Bir köy meydanında yaşayan dört aile ve onların çocukları olan Kırmızı, Sarı, Siyah ve Beyaz arasındaki olaylardan oluşuyor kitap. Köy meydanı deyince insanın içi açılıyor aniden. Çocukların oynamak için evden dışarı serbestçe bırakıldığı bir coğrafya bile yaşadığımız gerçeklik karşısında hikayeyi bir adım daha artıya çeviriyor. Çocuklar kendi başlarına oyunlar oynuyorlar. Yakınlardaki bir parka gidip oradaki gölete ve canlılara bakıyorlar çocuklar.

Çocukken sanırım ağaç ev hayal etmeyen yoktur. En azından ben çokça hayal etmiştim. Ayrıca ağacın tepesinde oturup dalından kopardığım meyveleri yediğim de olmuştu ve iyi ki olmuştu. Köy yaşantısını yazdan yaza deneyimlemiş bir çocuk olarak dolu dolu geçen günler diye ömrümün sonuna dek hatırlayacağım anılar birikti. Bunları yaşadığım için de kendimi hep şanslı sayarım. Bunları yaşayamayan çocuklara da üzüntüyle bakarım hep. Site içleri, yüksek güvenlikli sitelerde büyüyenler kadar metropollerin keşmekeşinde kaybolan bir çocukluk bugünkülerin yaşadığı.

Yazının Devamı

Kanatlı Kediler Masalı

Bu haftaki yazıya konu olan Kanatlı Kediler Masalı dört kitaptan oluşan bir seri. Serinin ilk iki kitabını okuyarak yazıyorum bu satırları. Yazarken de aklıma şu geldi, dünyanın başka bir coğrafyasında birisi bir yazı/kitap/şiir/masal kaleme alıyor ve ortaya çıkan ürün bambaşka çağrışımlarla başka başka coğrafya ve kişilerde alımlanıyor. Diğer tüm yazılarda olduğu gibi bunda da kitabın bende çağrıştırdıkları ve kitaba dair konuşabilmek de ayrıca güzel. Hele de mesele çocuk kitaplarından açılıyorsa/açıyorsak.

Ursula K.Le Guin ismi bilinen bir isim ve ben onun çocuk kitaplarını ilk kez okuyorum. Dolu dolu bir kadından çocuk kitabı okurken de farklı pek çok şey geçti zihnimden. Sadece kanatları olan kedileri ve onların ilginç yaşamlarını değil kentten kaçmalarına dair eleştirel okumalar da açılıyor hemen zihnimde.

Sonra mesela kentin içindeki değişimlerde aklıma hemen kentsel dönüşüm geliyor.

Yazının Devamı

Büyük Sözcük Fabrikası

Büyük sözlerin çokça söylenip anlamlarını yitirdiği günlerdeyiz. Yazmak, konuşmak artık tadından tuzundan eksik ve bunun da farkındayım. Ölümün her yanımızı sardığı şu günlerde özellikle zorlayıcı olan çocuklu olanlar için sanırım. Öyle böyle değil zorluk hem de. Bir tarafı böyleyken diğer yanı yine onlar için çırpınıyor. Çocuklar, size keşke sözün gerekmediği ama tüm güzelleri yaşatabileceğimiz günlerin bolluğunda olsaydık da tam da elimdeki kitabın büyüsüne kapılsaydık her beraber.

Büyük Sözcük Fabrikası kitabı Aylak Kitap tarafından basılmış. Agnes de Lestrade ve Valeria Docampo tarafından yazılıp çizilen kitap Türkçe’ye Çağıl Öksüztepe tarafından çevrilmiş. Kitabın künye bilgileri yazan kısmında sevimli bir köpek var ve önündeki ‘a’ harfine bakıyor. Resimler o kadar güzel ki sahiden söz israfını engelliyor.

Sözcüklerin parayla satıldığı garip bir ülkeden bahsediyor kitap. Zenginlerin bolca sözcük alabildiği ama fakirlerin alamadığı bir ülke işte burası. İnsanlar sözcükleri yutup sindiriyor ve öyle konuşabiliyor, yoksa konuşamıyor. Çöplüklerde sözcük arayan insanlar var ama buralarda kötü sözcükler bulunuyor sadece. İlginç bir anlatım tarzı var kitabın ve çok kıymetli sözleri.

Yazının Devamı

Bozuk Müzik Kutusu

Bozuk Müzik Kutusu adlı kitabı daha önce okumuştum. Bazen aynı kitabı farklı zamanlarda okuduğunuzda farklı şeyler gözünüze çarpabilir. Bu çocuk kitabı olsa da böyledir.

İlk okuduğumda bir babanın oğlunun uykusuzluğunu giderme telaşı ve onun için olan çabası sıcak gelmişti bana. Ama bu yazıyı yazmadan önce kitabı tekrar düşündüm neden bana iyi geldi diye? Bunun artık ilk defada beni saran sebeplerinin yanında başka sebepleri de olduğunu farkettim. Bunlardan bir tanesi, öncelikle babanın bozuk bir oyuncağı tamir etme telaşıydı. Günümüzde tek kullanımlık o kadar fazla şey var ki, bir şeyi tamir etmek için zaman ayırmak bile çoğumuz için artık lüks. Hele çocuğunu mutlu etmek için bir oyuncağı tamir etme telaşı yok denilecek kadar az. Ama mutsuz mu kılıyor ebeveynler çocukları, kendilerince ‘hayır’, ellerindeki bozuk olanı atıp yerine yenisini alıyorlar. Bu kullan at mantığına farkında olmadan öylesine maruz kalmışız ve buna öylesine alışmışız ki bir şeyi onarmak, tamir etmek artık dilimizde bile yok.

Gerçekten basit bir konu değil kitapta da işlenen tamir etme çabası. Öyle ki ilişkilerimiz bile kestirip atma üzerine kurulu. Özveri, emek, çaba, onarma, düzeltme, anlamaya çalışma, zaman ayırma ve bunun gibi kelimeler nasıl kulağa hoş geliyor değil mi? Şimdi bunları ne kadar yaşıyoruz ilişkilerimizde diye düşünelim. Pompalanan bireysellik vurgusu altında ‘özelim, özelsin, değerliyim, bir taneciksin, en iyisin, en güzelsin, en mükemmelsin’ vb sözler öylesine rahatça ve sıkça tekrarlanıyor ki bunlarla yaşayan çoğu kişi yukarıda bizlere iyi gelen kelimelerin içeriklerini yaşamıyor bile.

Yazının Devamı

Arkadaş

Arkadaş isimli bir kitap neden dikkatinizi çeker? Ya da dikkatinizi çeker mi? Okul öncesi gruba ait harika bir kitap Arkadaş desem ne dersiniz mesela? Neyi çağrıştırıyor size arkadaş kelimesi?

Tamam dolandırmıyorum, Arkadaş kitabını bana özel kılan şey yine ‘farklı’ olana vurgu yapması. Bu konulara karşı belirli bir duyarlılık kazanmak ileri yaşlarda sanırım daha zor oluşuyor. Örneğin yıllardır mimar olan birisi, farklı olanlar için ekstra bir bilinç kazanamıyor. Eğitim sisteminde de eğer hala kendini yenilemeyen bir şeyler varsa klasik ve normal olana göre şekillendiriyor yapıları ve çevreyi.

Keza diğer meslek grupları da öyle. Ancak içinde yaşadığımız dönem klasik ve kendi gibi bildiğimizin dışında yaşam mücadelesi veren herkesi de hesaba katmamız gereğini vurguluyor. İster dezavantajlı, ister engelli deyin isterseniz sadece ‘farklı’ deyin, bir şekilde mevcut olanın dışında kalan herkes ve her canlı toptancı düşüncenin kurbanı olabiliyor. Bazen yolda, bazen toplu taşıt araçlarında, bazen eğitim sisteminde, bazen de basit bir hikayede.

Yazının Devamı

Çıtır Çıtır Felsefe

Bazen aslında nelerin söyleneceğini bilerek yaklaşırsınız bir seriye. İyi de o zaman neden okuyoruz? Kendi adıma söylemem gerekirse; iyiyi duymaya ve bunun sağlamasına ihtiyaç duyarım. İçinde rahatlama duygusu kadar doğrunun aslında çoktan seçmeli olmadığını da tekrar etme isteği vardır bu çabanın. Hele de konu çocuklarsa.

Maalesef büyüklerin hatalarının en büyük faturasını çocuklar ödüyor. Diğer taraftan yine büyüklerin desteği ve ilgisi ile o faturalar ortadan kaldırılabilir. Bu yüzden basit ve duru bir anlatımla yeniden ama yeniden ve durmadan doğru bildiklerimizi söylemeye ve dolaşıma sokmaya ihtiyacımız var.

Başkaları hangi niyetle yaklaşır bilmiyorum ama benim açımdan bu kitap serisi öyle. Üzerine çokça yazıldı ve röportajlar yapıldı yazarıyla. Çocukların anlayabileceği şekilde felsefenin belirli kavramlar üzerinden önümüze konulduğu ve hayatımızı daha olumlu hale getirecek tüm çözümleri gösteren bir seri bu.

Yazının Devamı

Mıstık seni anlamıyoruz!

Tülin Kozikoğlu’nu ve çok sevdiğimiz kitaplarını bir başka yazıda aktarmıştım. Yine bu yazara dönmemin nedeni, güzel bir konuya değinmesi. Maalesef pek çok kişi için artık bir değer taşımasa da bence önemli bir konudaki soruna ışık tutmuş yazar. Noktalama işaretlerinin öyküsünü konu almış yazar “Mıstık seni anlamıyoruz!” adlı kitabında.

Değişen ve dönüşen yaşamlarımızda varolan ve iyi diye bildiklerimizi koruma konusunda sorunlar yaşıyoruz. Bunlardan bir tanesi de yazım kuralları. Noktalama işaretlerinin yerli yerinde kullanılmaması. Hatta bırakalım noktalama işaretlerini kelimeleri bile doğru kullananların azaldığı bir dönemde yaşıyoruz.

Çocukların dili öğrendikleri ilk yer aileleri. Aileden sonraki sosyalleşme aşamasında arkadaşları, okul ve diğer gruplar devreye giriyor. Teknolojinin artısı ve eksisini tartışmak bu yazının konusu değil. Ancak yine de belirtmem gerekiyor ki telefon ve internet ile yazım kuralları olumsuz yönde etkilendi. Kısa cevap yazmak, derken harfleri yazmamak ve sonrasında bozulan bir dil yapısı da hepimizin artık çokça gördüğü şeyler.

Yazının Devamı

Nine Bizi Kurtarsana

Toprak Işık’tan daha önce bir yazıda bahsetmiştim. Kendisini ailecek nasıl sevdiğimizi de belirtmiştim. Büyüklere hitap eden ve bizleri kahkaha tufanına tutan kitaplarının yanı sıra çocuklarla ilgili de çalışmaları olduğu ve iyi ki de bu alana dahil olduğunu düşündüğümüzü de söylemiştim.

İşte o iyi ki diye bahsini geçebileceğim bir başka kitabı da Nine Bizi Kurtarsana. Bu kitap bir serinin parçası. Fen bilimleri ile ilgili bilgileri romanlarının içinde okuyucusuna anlatan ve öğrenmeyi eğlenceli kılan bir yazar Toprak Işık.

Nine Bizi Kurtarsana kitabında da Dünya ve Evren ile ilgili bilgiler yer alıyor. Ama durun asla didaktik bir dil yok. Aksine roman içinde zevkle okuduğumuz sayfalarda heyecanla takip ediyorsunuz bilgileri. Çünkü düğüm bu bilgiler eşliğinde çözülüyor.

Yazının Devamı

Doğadaki Son Çocuk

Richard Louv tarafından yazılan ve bu haftaya konu olan kitabı istisnasız herkesin okumasını tavsiye ediyorum. Bunun altında bir değil birçok neden saklı. Öncelikle bu bir okul öncesi çocuk kitabı değil.

Bununla birlikte bu gruba öyle veya böyle hitap eden (anne-baba-öğretmen-pedagog vb.) herkesin okumasında fayda olan bir kitap. Sadece onlar değil her insanın kendisini daha huzurlu ve sağlıklı hissetmesi için danışacağı bir kaynak kitap.

Gönlümden geçen en çok da karar verici konumunda olanlar ile yerel yönetimler, siyasi liderler ve toplum yararına iş yapan herkesin ilgi alanında olması bu kitabın. Bununla birlikte çevreci gruplar ve toplum gönüllülerinin de zaten bildiğini varsaydığım konuları anımsatma niyetinde olabilir.

Yazının Devamı

Daha da Fazla Kumkurdu

Bu sefer bilerek ve merak ederek aldım bu kitabı elime. İthaki Yayınları tarafından basımı yapılan ve Türkçe’ye Ali Arda tarafından çevrilen kitabın yazarı Asa Lind. Üzerinde epeyce söz duyduğum kitap söylenen olumlu sözleri fazlasıyla hak ediyor. Neden mi?

Öncelikle çocukların dünyasına onların diliyle ulaşan ve onların dilinden büyüklere seslenen bir kitap. Sadece çocuklar için değil her yaştan insanın rahatlıkla okuyabileceği bir kitap desem fazla ileri gitmiş olmam.

Kristina Digman tarafından resimlenen kitapta bir çocuğun hayalindeki bir canlı ile konuşmasına tanık oluyoruz. Bu canlı da Kumkurdu. Her an onu dinlemeye, onunla hayatı öğrenmeye hazır ve hayatta yer alan tüm değerler kadar merak edilen kavramları da masaya yatıran bir arkadaş. Hatta arkadaştan öte bir dost. Sonsuz güven duygusu bulur onda kitabın kahramanı olan küçük kız Zackarina.

Yazının Devamı

Uğurböceği Sevecen ile Salyangoz Tomurcuk

Elimde 24 kitaptan oluşan bir serisi ile Erika Bartos var. Üç çocuğundan sonra çocukların dünyasına seslenmeye başlayan Erika çok iyi bir işe girişmiş doğrusu.

Küçücük seri arkadaşlarımızla başlayalım mı?

Uğurböceği Sevecen ve Salyangoz Tomurcuk. Onlara göre büyük olan bizler için bu küçük canlıların yaşamına konuk olmak çok keyif verici. Her kitapta ayrı bir olay ve macera etrafında koşan bu sevimli ikiliye bir sürü arkadaşı eşlik ediyor. Öyle sıcak, öyle içten hikayeler var ki her biri birbirinden farklı bunca canlı nasıl da ahenkle buluşuyor resimlerle görmeniz lazım. Agi Judit Kirişoğlu ve Elvan L. Eti tarafından çevirileri yapılan kitaplar Yapı Kredi Yayınları tarafından basılmış. Budapeşte’de mimarlık eğitimi alan yazar anlaşılan 3 çocuk annesi olduktan sonra hayatını daha da renklendirmek istemiş. Yaşadıklarını ve hayal ettiklerini yazıp çizmeye başlayan Erika bizleri bu seriyle başbaşa bırakıyor.

Yazının Devamı

Lao-Tzu: Ejderhanın Yolu

Bazen insanın içini umut kaplıyor aniden. İşte öyle bir an kütüphanede yaşadığım. Çocuk kitapları bölümünde “küçük filozoflar” başlığında kitaplar yer alıyor. İçinde Descartes Amca’nın Kötü Cini, Profesör Kant’ın En Çılgın Günü, Bilge Sokrates’in Ölümü ve Lao-Tzu: Ejderhanın Yolu kitapları var. Bununla sınırlı değil seri ama rafta olanlar bunlar. İçlerinden iki tanesini oracıkta okuyorum hemen.

Tamam, kabul bunlar benim için değildi ama en azından okuyanın da isteği karşılansın değil mi? Aklıma masal anlatılan dönemden masalın bitişinde söylenen şu cümleler geldi şimdi yazarken; “Gökten üç elma düşmüş, biri okuyanın, biri dinleyenin, biri de…” diye devam eden.

İşte o üçüncü elma da o kitabının tanıtımına destek olmaya çabalayanın başına düşsün o zaman ve o da ben olayım.

Yazının Devamı

Utku’nun Kalemi

Bazı yazarları ve kullandıkları dili seviyorum, bazı araştırmacıların kullandıkları dil gibi. Bu haftaki yazıya konu olan kitap Filiz Özdem’in yazdığı “Utku’nun Kalemi” adlı kitabı. Hemen söyleyeyim klasik bir konusu olan kitap oldukça güzel bir dil ile kaleme alınmış. Okurken tıpkı ağaçlar arasındaki sosyal bir ilişkiyi açıklamalarına konu alan Alman araştırmacı Peter Wohlleben gibi bir dil kullanıyor yazar.

Ağaçların kendi aralarında bir ilişki olduğunu ve birbirlerinin ışıklarını engellemeden yaşadıklarını belirten araştırmacı Wohlleben oldukça hoş açıklamalarla bizi bir kere daha ters köşeye oturtuyor.

Mesela gövdesinden kesilen bir ağacı yanındaki ağaçların nasıl da kökleriyle besledikleri ve yaşama tutunmasına yardımcı olduklarını biraz da romantik bir dille anlatan araştırmacının anlattıkları oldukça etkileyici. İsteyenler için bahsi geçen araştırmacı ile ilgili yazının tam metni http://www.nolm.us/alman-korucu-agaclarin-da-sosyal-bir-agi-oldugunu-kesfetti/ adresinde yer alıyor.

Yazının Devamı

Sofia’nın Rüyası

Bu haftaki kitabımız Sofia’nın Rüyası. Elimize aldığımızda ilk sayfada sözler değil güzel resimler karşılıyor bizi. Farklı ırk ve cinsiyetten çocukların hayatı sevdiğine dair altı tane resim iki sayfaya yayılmış halde. Bu görüntü bile aslında alfabenin ilk harfleri gibi çok basit ama nedense hayatın her döneminde hatırlanması gerekenleri anlatıyor.

Tüm çocuklar eşit ve güzeller. Hepsi hayatı yaşama noktasında haklara sahipler. Ayrım yapmak insan olmayı reddediyor çünkü her resimde. Yaşam güzel ve kıymetli, her yaştan çocuk bunun bilinciyle hayata devam ediyor. Sonra nedendir bilinmez bir şeyler rayından çıkıyor ve doğayı her yönüyle katleden insanlar yığınına dönüyoruz. Verdiğimiz tepkiler kadar vermediklerimiz de bunu besliyor. İyi de neden ilk yaşlarda öğrendiğimizi unutup kötüleşiyoruz?

Çok bilinmeyenli denklem değil aslında bu soru, sadece cevabı herkesin içinden gelen bir soru.

Yazının Devamı

Bayan Börek ile Köpeği Çörek

İşte yine her okuduğunuzda içinizi ısıtan bir kitap daha. Üzgün olduğunuz da ya da en ufak bir sıkıntı halinde en etkili ilaçlar gibi imdadınıza yetişecek bir kitaptır Bayan Börek ile Köpeği Çörek. Bu kadar iddialı cümleler nasıl mı geliyor elbette yarattığı etkiden. Sevginin her şeyi dönüştürebileceği o güzel örneği görüyoruz bu kitapta.

Resimlerle değişen, dönüşen her şey gibi kelimeler de daha iyiye çağırıyor okurlarını. Ayrıca sevgiyi “insan” denilen canlıyla da sınırlamıyor. Hem onunla hem de diğer canlılarla olan bağ üzerinden izliyoruz keyifle dönüşümü. Helga Bansch tarafından yazılan ve Canan Sofuoğlu aracılığıyla Türkçe’ye kazandırılan bu kitap Aylak Adam Yayınları’ndan çıkıyor ve evlerimize konuk oluyor.

Kimseyle konuşmayı sevmeyen, kimseye konuk olmak istemeyen Bayan Börek her zamanki gibi evinde kendi yalnızlığında hayatına devam ediyor köpeği Çörek ile. İnsanları umursamaz hali resimlerle de anlatılan Bayan Börek aslında çizdiği sert karakter ve şaşmaz kuralları ile kendi hayatına hapsolmuş durumda. Onunla birlikte yaşayan Çörek de hayatta ıskaladıklarının pek farkında olmadan ve kendi konforundan vazgeçmek istemeksizin bu yalnızlığa ve tahakküme boyun eğiyor ilk zamanlar.

Yazının Devamı

Çağlar Boyunca Mimarlık

İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanan “Çağlar Boyunca Mimarlık kitabı Dünya vatandaşlığına uygun çocuk yetiştirmek isteyenlerin ilgisini çekebilecek bir kitap olabilir. Neden mi? Başlığındaki “Keşfedin” yazısından da anlaşılacağı gibi Dünya’da yer alan ünlü mimari yapıların ve dolayısıyla o dönemin kısa anlatımına ve görsel sunumuna sahip ve bu anlamda merakımızı canlı tutuyor.

Büyük Piramit, Colosseum, Sultanahmet Camii, Notre-Dame de Paris Katedrali, Versailles Sarayı, Himeji Şatosu, Londra Kulesi, Guggenheim Müzesi, Sydney Opera Binası gibi ünlü yapıların yanında gökdelenler ve diğer ünlü yapılar da kitaba konu olmuş. Rob Lloyd Jones ile Barry Ablett tarafından hazırlanan kitapta her mimari yapıdan açılan 60’dan fazla pencere var. Özellikle çocuklarla incelendiğinde açılan her pencere merak duygusunu daha da canlı tutuyor. Tamam itiraf ediyorum bizim küçük cadıdan ziyade bu kitabı okuyucu olarak ben merak ettim. Bu anlamda yetişkinlerin de keyif alacağını söyleyebilirim.

Mimari yapılar içinde yer aldığı coğrafyaya, kültüre ve tarihe dair de pekçok veri sunarlar ve onların taşıyıcılığını üstlenirler. Bu anlamda örneğin Büyük Piramit’i incelerken bir kez daha o esrarengiz hayatı soluduğunuzu hissediyorsunuz. 4500 yıl kadar önce yapılan bu mükemmel yapının nasıl bir akıl ve çabanın ürünü olduğu bir kez daha hayrete düşüyor insanı. Yaklaşık 50.000 işçinin çalıştığı bilgisinin yer aldığı tanıtımda piramitin üzerinden açılan pencereler ile yapının iç kısmında yer alanları da görüyorsunuz. Bazı yapıların hasar almış olması insanı üzüyor elbette. Onlardan bir tanesi de Colosseum.

Yazının Devamı

Küçük Ama Önemli Bir “Nokta”

Bazen bir kitapla tanışıklığınız bir sürü insanı anımsamanıza sebep olur. Bunun iki tarafı var; bir tanesinde iyi insanları anımsar ve mutlu olursunuz, yüzünüzde aniden bir tebessüm belirir.

Bir diğer yanında ise acı bir tat kalır yüzünüzde ve hemen savuşturmak istersiniz o insanı ve sizde bıraktığı etkiyi. Bellek bize sık sık bunu yaşatır, çünkü bugünden kendimizi tanımlama şeklimiz bugüne kadar yaşadıklarımızın toplamıdır bir anlamda. Oralardaki iyi ve kötü tecrübelerden sağlama yapmaya çabalarız çoğu zaman. Hele de ebeveyn rolü almışsanız ve isteyerek de bu rolü üstlenmişseniz işte o zaman bu geri dönüşleri sıkça yaşayabilirsiniz.

Çocukluğunuzda size iyi gelen şeyleri damıtıp çocuğunuza taşırken olumsuzlara karşı hemen yeni bir yol aramaya başlarsınız. Neyse bu elbette ilerde çocuğunuz sizi tanımladığı şey üzerinden anlam bulacak.

Yazının Devamı

Yemeğini Arayan Tırtıl

Ah Leyla, Canım Leyla…Pardon yanlış bir giriş cümlesi oldu Leyla ile başlamayacağım, “Yemeğini Arayan Tırtıl” ile başlayacağım.

Ama Leyla çok cici. Neyse karşımızda bir yazar var, hem oluşturduğu karakter Leyla ile kitapçıya gittiğimde “Leyla adlı bir yazar, hani böyle yaşlı bir kadın, işte onun kitaplarını arıyorum, yani serinin bende olmayan kısmını” diyebilir misiniz?

Komik ama ben dedim. Nedense Tülin Kozikoğlu’nun Leyla karakteri ile evinde yaşadığı türlü hayvanlarla olan maceraları öyle sarıp sarmaladı ki bizi karakter yazarın önüne geçti işte.

Yazının Devamı

Yağmur Ormanları

İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Yağmur Ormanları kitabıbir çeşit ansiklopedi kitabı gibi.

Bu kitaba bakarken aniden kendi çocukluğa gittim.

Görsel Okul Ansiklopedisi diye bir seri vardı

Yazının Devamı

Bende Astım Var

TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları arasında yer alan “Bende Astım Var” kitabı hemen herkesin ilgiyle okuyabileceği bir kitap. Astım teşhisi konulan ve ilk aşamada bu hastalığa dair yaşananları konu edinen kitap çocuk dünyasının yine öncelikle çocuklarca nasıl iyileştirileceğinin çok basit ve güzel bir örneği. Jennifer Moore-Mallinos tarafından yazılan ve Rosa M. Curto tarafından resimlenen kitabın çevirisini Özden Hanoğlu üstlenmiş.Kitabın giriş kısmında Dünya’da yaklaşık 250 milyon çocuğun astım olduğu bilgisi yer alıyor. Son sayfalarda ise bu hastalığa yakalanmamak için gerekli olan koruyucu sağlık hizmetlerinden ve hastalık esnasında kolaylaştırıcı bazı ipuçlarından bahsediliyor. Çevresel faktörlerin özellikle çocukları fazlasıyla etkilediği ülkemizde de bu konunun ele alınması önemli ve gerekli. Aslına bakılırsa konu olarak seçilen hastalıktan ziyade “sağlıklı ve normal” olan dışındaki çocukları konu alması itibariyle önemli bir kitap. Çünkü ancak kendimiz dışındakileri tanıdığımızda onlar korkulan ve itilen olmaktan çıkıp ötekileştirilmeyecek ve toplum olarak artıya geçeceğiz. Her canlının eşit yaşam hakkına sahip olduğu ve bunu doğuştan kazandığı ön bilgisi ve gerçeği ile kitabımıza dönelim. Küçük bir çocuk arkadaşlarıyla futbol antrenmanındayken aniden nefes almakta güçlük çekmeye başlıyor. Kendisini sahanın kenarından izleyen anne ve babası hemen durumu fark edip olabildiği kadar hızlı bir şekilde çocuğun hastaneye ulaşmasını sağlıyor. Yolda kendisini telkin eden annesini dinleyen çocuk bir parça rahatlıyor. Gerekli muayene ve tetkiklerden sonra çocuğun astım hastası olduğu teşhisi konuluyor. Bu bölümlerde resimlerle de çocuğun her anına tanık oluyoruz. Doktor hastalık hakkında çocuğu ve aileyi bilgilendiriyor ve elbette okuyucu/dinleyici olarak bizleri de. Yapılması gerekenler ve koruyucu önlemlerden de bahsedilen kitapta, muayene sonrası kullanılması gereken sprey ve ilaçlar da hem resimlerle hem de ona eşlik eden yazılarla anlatılıyor. Hatta çocuğun ilacı ilk kullandığında hissettiği duygu bile verilmiş. Çocuk “Doktorun verdiği ilaç daha önce gördüklerimden farklıydı. Haplara ya da kaşıkla içilen tatlı şuruplara benzemiyordu. Fısfıs adı verilen bir alet vardı ve ona takılı ilacı ağzıma püskürterek nefes alıyordum. İlacın tadı yoktu. Böylesi hap yutmaktan daha kolaydı” diyor çocuk hepimize. Sonrasında ilacı nasıl kullandığı ve kullanırken ki hali de resimleniyor. Kitabın belki de en önemli ve toplumsal bazda kıymetli kısmı çocuğun kendisini öteki olarak hissettiği anlar. Öyle ki arkadaşlarını tekrar görmek istemiyor. En basit haliyle hastalığın psikolojik boyutunu yaşamaya başlıyor. Bu noktada yine anne ve babası devreye giriyor ve çocuğu yine antrenmanın yapıldığı sahaya götürüp aracı park ediyorlar. Arabadan inmeyen çocuk arkadaşlarının kendisine doğru koştuğunu fark ediyor. İşte en güzel anlar. Arkadaşlarının yani çocukların iyileştirici gücü ile çocuk arabadan dışarı çıkıyor çünkü tezahüratlar bitmiyor. Çocuk dışlanmadığını hissettiği için mutlu ancak yine de endişeli bir şekilde hareket ediyor. Antrenör kendileriyle devam edip edemeyeceğini sorduğunda çocuk endişeli bir şekilde anne-babasına bakıyor. Onlar da elbette devam edebileceğini söylüyorlar ve doktorun buna kontrollü şekilde izin verdiğini ekliyorlar. Buradaki tüm detayları vermemdeki temel niyet çocuğun nasıl kırılgan bir eşikten geçtiği ve olayın psikolojik yönünün görülmesi. Çünkü astım veya pek çok diğer hastalık hala bilinmediği için insanlar kendilerini toplumdan ve sevdikleri uğraşlardan soyutlayabiliyor, daha kötüsü bu insanlar dışlanabiliyorlar. Bu kitaba konu olan çocuk bu olumsuzluklardan ayrı ve yaşadığı süreci rahat atlatan bir çocuk. Çünkü arkadaşları ve çevresindeki insanlar bilinçli. Futbolda en hızlı koşan çocuklardan bir tanesi, daha yeni astım teşhisi konulan çocuğa yaklaşıp kendisinin de astım hastası olduğunu söylüyor. Bu çok önemli bir paylaşım; çünkü o ana kadar hastalığından utanan, bilinmesini istemeyen çocuk yaşadığı sorunun kendisine özel ve tek olmadığını fark ediyor. Üstelik futbolda en hızlı koşan çocuk bu hastalıktaysa o da sevdiği bir uğraşı bırakmak zorunda değil ve bunun da farkına varıp mutlu oluyor. Kısacası “bununla yaşamayı öğrenmelisin” denilir ya çoğu hastalık için, işte çocuk da bu hastalıkla nasıl yaşayacağını öğreniyor. Bir başka en önemli nokta ise o günden sonra astım teşhisi konulan çocuğun kendisi gibi olan pek çok çocukla tanışması. Belki en kaba deyişle paylaşıldıkça artan mutluluk gibi paylaşıldıkça azalan endişeler de var ve bu da onlardan bir tanesi. Çocukların iyileşme süreçleri en çok diğer çocuklar, arkadaşları ve toplum tarafından kabul gördüklerinde sağlanabiliyor. Dolayısıyla hangi “farklı” özelliği ile yaşamına devam ederse etsin çocuğun topluma katılımı desteklenmeli ve o bu farklılığıyla kabul görmeli. Bunu yapmanın belki de ilk yolu çocukları kendileri gibi olmayanlar hakkında bilgilendirmek. Geçtiğimiz aylarda bir videoda protez bacakları olan bir kız çocuğunun kendisine hediye edilen bir oyuncak bebeğin de protez bacaklı olduğunu gördüğünde döktüğü sevinç göz yaşları vardı. İlk cümleleri de “Benim gibi, benim gibi, o da benim gibi” oldu. Bu video bugünlerde yine dolaşımda. Sanırım belki buradan, en yakından, en basitten başlamak gerekiyor. Onların görünür olmalarını sağlamak için yapılması gerekenleri düşünebiliriz ve bu düşündüğümüzü işimize katabiliriz. İşte o zaman belki herkes kendi tarafından yapabileceğini yaparsa (örneğin bir mimar onlara uygun mekan inşa ederse, bir öğretmen sınıfındaki tüm çocuklara bu konuda bilgi verirse, bir mühendis buna göre aletler üretirse, bir oyuncakçı onlara göre oyuncak imal ederse vb) daha rahat atlatılır olayın psikolojik boyutu ve çocuklar en az travma ile süreci geçirirler. Kitabı okurken anlaşıldığı üzre sadece astım değil çocukların yaşayabileceği olası tüm hastalık ve “farklı olmak” durumları da zihnimizde dolaşıyor. Sanırım yetişkine anlatmaktan daha kolay çocuğa çeşitliliği anlatmak ve bu anlamda yönelmemiz gereken yer ilk aşamada yine çocuklar. Bunda da en önemli pay aile ve öğretmenler. Sonrasında tüm toplum fiziksel ve kültürel çeşitliliğe dair farkındalık yaratabilir. Tüm canlıların yaşam hakkına saygı duymayı öğrenmek ve çocukların öğrenmesine olanak sağlamak dileğiyle…

Yazının Devamı

Anne ben kimim?

Kapak resminden içimizi ısıtmaya başlayan bugünkü hikayemiz “Anne ben kimim?” adlı kitap. Mavibulut Yayıncılık tarafından yayınlanan kitabın Türkçesini Oğulcan Açıkel yapmış. Marianne Valentine tarafından yazılan ve Philip Giordano tarafından resimlenen kitap kapağından yakalıyor okuru. Gözlerini kocaman açıp annesine bakan meraklı bir kız çocuğu ve ona şefkatle bakan, dinleyen, ilgilenen annesi. İşte hikaye başlıyor. Mimi adlı karakterimiz kaşığın içine, fırının camına, aynaya, pencerenin camına, musluğun üzerine ve en sonunda annesinin gözlerinin içine bakıyor ve her birinde başka rollerde hayal ediyor kendisini. Her defasında sorular soruyor baktığında beliren suretine; ben kimim diye. O sorarken biz de resimlerle eşlik ediyoruz onun sorularına. Neler olabilir Mimi diye mi soruyorsunuz, işte Mimi’nin aklında gezen sorular; sanatçı, ressam, ozan, heykeltıraş, fırıncı, kimyager, büyücü, avcı, kaşif, yunus, denizkızı ve balerin. Mimi uykuya dalmasa daha neler eklenecekti kim bilir bu meslek gruplarına. Nasıl güzel bir hayal gücü, nasıl güzel resimler kesinlikle görmeniz lazım. Sizi de içine alıyor ve aynı hayal alemine dalıyorsunuz Mimi ile. Okurken aklıma gelen konulardan bir tanesi de sıradan ve çokça duymaya alıştığımız meslek gruplarının –öğretmen, doktor, mühendis vb- sıralanmamış olması. Mimi suretini gördüğü nesneler üzerinden kendini tanımaya ve hayatı algılamaya çabalıyor. Öyle öğretilmiş, klasik ve muhtemelen iş getirecek şeylere bulaşmıyor. Hani denilir ya saldım aklımın iplerini diye işte tam da bu. Ne güzel şeydir küçücük bir çocuğun karşılaştığı her şeyde kendini hayal edip hayaliyle etrafına ışık tutması. Bir de ister istemez okuyup duyduğumuz her şeyde, hele de anne iseniz çocuğunuza dair düşündüğünüz her şeyde ister istemez kendi çocukluğunuza ve orada size iyi ve kötü gelen şeylere bakıyorsunuz. Bakıyorsunuz çünkü iyi gelenleri süzüp çocuğunuza ulaştırmak istiyorsunuz. Hemen her ebeveynin temel derdi kendisinden daha iyi bir yaşam sunabilmek değil midir çocuğuna? Ya da onun hayattan zevk alan, merakı canlı ve hayal gücü yüksek, mutlu bir çocuk olması değil midir temel soru? Peki bu içinde yaşadığımız gerçeklikte neye denk düşer bu soru? Üniversite sıralarına kadar meslek tercihi yapamayan, hatta üniversite okumak dışında başka tercihi olmayan insanların çoğunlukta olduğu bir ülkedeyiz maalesef. Hal bu olunca üstüne bir de üniversite tercihlerinde nereyi tercih edeceğini bilmeyen, o kapıdan içeri başını sokmak için sadece puanını bekleyen yüzlerce genç var hayatlarımızda. Bir de ülkenin içinde bulunduğu koşullar göz önüne alındığında burdan kafasını içeri sokabilenler de iş garantili meslek gruplarına yöneliyorlar. Neden mi çünkü genelde ebeveynleri tarafından yönlendiriliyorlar. Hayatın gerçeği belki de anne babaların çocuklarını dinlemelerine bile engel oluyor. İyi de o zaman severek yapacağı iş, isteyerek hergün uğraşacağı meşgale ne oluyor? Şanslı olanlar bunu bir şekilde bulup, azıcık kendini dinleyip isteğinin peşinden gidebiliyor. Zor zor, gerçekten zor, hele de nitelikli bir eğitim ile hayata hazırlanmak sahiden zor. Nerdeyse üniversiteye gitmek dışında bir tercihin olmadığı ve belki de bu sebeple nerdeyse herkesin üniversite mezunu olduğu ülkede bu sefer de iş bulma kaygısı kişisel istek ve merakı kenara bırakmaya sebep oluyor. Sonuç mutsuz insanlar topluluğu. Tamam elbette bu denli karamsar değil, arada içinden geçtiği yolları bilip, istediğinin peşinde koşan ve her türlü mücadeleye bu sebeple göğüs geren insanlar var ve iyi ki de var. İçimden geçen şudur ki Mimi gibi çocuklar çoğalsın. Hayatın her alanına dahil edilen, hayatın her alanına dokunan, merakı çok, yaşama sevincinde olan çocuklar çoğalsın. Onların ilgi ve becerilerine uygun koşullar ve eğitim sistemi için kafa yorsun büyükleri. Öyle ki hayal dünyaları aldıkları eğitimle gelişsin. Ebeveynlerinden yana şanslı olmayanların hayatlarına bir artı olarak eğitimciler dokunsun. Öyle ki gönül rahatlığı ile herkes kurumlarla beraber yol olabilsin. Mimi’ler çoğalsın hayatlarımızda. Gözlerimizin içine bakıp hergün düzinelerce soru soran o meraklı bakışlara cevap vermekte zorlanalım ve cevap arayalım onlara. Beraberce büyüyelim, öğrenelim küçük arkadaşlarımızla. Güven verebilelim ki istedikleri gibi kanatlarını açsınlar gökyüzüne. Çok mu şey böylesi çocukları izlemek acaba? Mimi’nin annesinin dediği gibi “Işıl ışıl ışılda benim küçük yıldızım. Benim için zaten sen her şeysin” diyebilen ebeveynlerin çoğalması dileğiyle. İlk adım belki “Anne ben kimim?” kitabını okumakla başlayabilir.

Yazının Devamı