Bizi yöneten zihnimizdir.
Mutluluk ya da mutsuzluk fark etmez, kaynağı zihindedir.
Bireysel yaşamlarımızın kontrolünü ele alabilmemiz için zihnimizi çok iyi tanıyor olmamız gerekir.
Bizi yöneten zihnimizdir.
Mutluluk ya da mutsuzluk fark etmez, kaynağı zihindedir.
Bireysel yaşamlarımızın kontrolünü ele alabilmemiz için zihnimizi çok iyi tanıyor olmamız gerekir.
Bütün bir hafta yazmak için istek duysam da elim klavyeye uzanmadı.
Ülke gündemi dalgalı deniz misali çalkalanmaya devam etti.
Herkes bir şeyler söyleyip yazdı.
Ülkemizde zemin çok kaygan, dengesiz, sağlıksız. Her şey hızla yer değiştiriyor.
Bu değişime sorgusuz sualsiz ayak uyduran bir kitle var.
Geçmişte ak dediklerine bugün kara diyebiliyorlar ve bunun adına da siyaset deniyor.
Lock'un zihin teorisine göre, insan zihni dünyaya geldiğinde boş bir levhaya benzer.
Boş levha olarak bildiğimiz ve Latince bir kavram olan 'Tabula Rasa' teorisi, insan zihninin doğuştan boş olduğunu ve deneyimlerle bilginin kazanıldığını söyler.
Yani insan, doğduğu günden öleceği ana dek çeşitli tecrübeler silsilesinden geçer.
Öldüğünde geride çeşitli eserler bırakan Necati Cumalı, şüphesiz sinemaya da zengin bir kaynak sağladı.
Tütün Zamanı, Susuz Yaz, Boş Beşik, Dilâ Hanım, Mine, Dul Bir Kadın ve Uzun Bir Gece Necati Cumalı’nın sinemaya uyarlanan eserlerinden birkaçı.
Kadının toplumsal yaşamdaki yerini irdeleyen yönetmen Atıf Yılmaz’ın, 1980 sonrasında çekmeye başladığı kadın odaklı filmlere de kaynaklık eden Cumalı’nın eserleri o dönemin Türkiye’si için oldukça farklıdır.
Uyumadan önceki son eylemim genelde okumak oluyor.
İnterneti kapatıp telefonumdan uzaklaşıyor ve loş bir ışık eşliğinde başka bir dünyaya geçiş yapıyorum.
Son günlerde elimde Martin Eden vardı.
Latin ağıt şairi Propertius, “Boşuna bilmek istiyorsunuz, ölümlüler ölüm saatinizin ne zaman ne yoldan geleceğini” der ve haklıdır da.
Yaşamın diğer ucu olan ölüm, üstüne düşünmekten pek de hoşlandığımız konulardan değil.
Kazalar, beklenmedik hastalıklar, ani gelişen kayıplar başkalarının başına gelir ve biz onları ya duyar ya da izleriz.
İlk kelimeleri okumaya başladığımda içimde yükselen heyecanı hatırlıyorum.
Bir sürü cümlenin olduğu o resimli hikayeler boyumu aşıyordu ama hevesim onlardan daha büyüktü.
Hızlı hızlı her şeyi okumaya hazır zihnim, aç bir hayvan gibi kelimelerin üzerine atlıyordu.
Mükemmel Günler Win Wenders’in 2023 yapımı filmi.
Tokyo’nun umumi tuvaletlerini temizleyen Hirayama’nın gündelik hayatına konuk oluyoruz.
Spoiler uyarısı vermek istiyorum filmi izlemek isteyenler için.
Bilen olduğu kadar muhakkak bilmeyen de vardır.
Türk Dil Kurumu 2024 yılının kelimesini “kalabalık yalnızlık” olarak açıklamıştı.
Yaklaşık 1 milyon kişinin katıldığı halk oylamasında; kalabalık yalnızlık, merhamet, yabancılaşma, algoritma, yozlaşma, yapay zekâ ve dijital yorgunluk kavramları arasından en çok oyu alan kalabalık yalnızlık seçilmişti.
Yaklaşık 45 bin yıl öncesine gittiğim bir belgesel izledim.
Belgesel, en yakın insan akrabalarımız olan neandertallerin yaşamlarını konu ediniyor.
Neandertallerin davranışlarına ışık tutmak amacıyla çalışan proje ekibi, onların bu kadar uzun süre hayatta kalma becerilerini ve bir anda tarih sahnesinden nasıl silindiklerini araştırıyor.
Gerçekleri olduğu gibi görme yeteneksizliği veya görmek istememe hem avanaklığı hem de şarlatanlığı teşvik eder” eder diyor Hoffer kitabının bir satırında.
Konuyla bağlantılı ve bağlantısız olarak değerlendirdiğimde birçok yere oturuyor bu cümle.
Üstüne yorabileceğim bir sürü konu başlığı beliriyor zihnimde. Nereye çeksem geliyor, hangi boşluğa koysam şıp diye oturuyor.
İnsan olduğu haliyle, bütün olarak var olmak isteyen bir varlıktır.
Bu bütünlük, bakım verenler, ebeveynler ve toplum tarafından çocukluk yıllarında başlayan belli başlı davranış kalıplarının neticesinde bölünmeye, parçalanmaya başlar.
Sistematik şekilde uygulanan psikolojik eylemler silsilesi, zamanla bireyin özgüven duvarlarının aşınması ve en nihayetinde yıkılmaya yüz tutmasına neden olur.
Sever misin sevmez misin bilemem ama ben yeni yıl, doğum günü gibi özel zamanları severim.
“Bunlar da yeni icatlar!” diyenler var elbette.
Yeni seneyi severim çünkü yeni olanın enerjisi, el değmemişliği, kalıplara sokulmamışlığı vardır.
Kuzey Yarımküre’de kış gündönümünü yaşadığımız 21 Aralık, en uzun geceyi ifade ediyor.
Bitmeyecek sandığımız bezdirici yaz sıcaklarından sonra, gelmeyeceğini düşündüğümüz kışa girişimizin geçiş kapısı.
İnsan hayatı gibi…
Akıllı telefonlar hayatımızın orta yerinde desem abartmış olmam.
Uyanır uyanmaz eline telefonunu alan insanların sayısı o kadar çok ki, telefon bağımlılığından biraz olsun ayrışabilmek için destek alanlar bile var.
Her çağ kendi içinde kolaylıklar barındırdığı gibi bu kolaylıkların getirdiği sorunlara da gebe.
Bir arkadaşımın, Instagram gönderisinin altına yazdıklarını okuduktan sonra hassasiyetler zinciri üstüne yazmak istedim.
Yazma isteğim çok benzer bir tecrübeden geçtiğim için ortaya çıktı ve hatta bazen kızdığım, söylendiğim bir duruma da dönüştü geçmişte.
Elbette ifade edebilmemin sebebi o konuyu kendi içimde büyük oranda halledebilmiş olduğumdan kaynaklanıyor.
Şimdilerde ya da bu çağda kabalığın, nezaketsizliğin ve niteliksiz gücün kazandığına inanıyor olabiliriz.
İnceliğin geride kaldığını, ayrıntıların yok olmaya yüz tuttuğunu düşünebiliriz.
Ancak her çağda ince, güzel ve hoş olan şeyler oldu, olmaya da devam ediyor.
Her gün 24 saatimiz var ve bu zaman dilimiyle neler yapmak istediğimiz kısmen bizim elimizde.
Kısmen diyorum çünkü herkesin gün içindeki akışı ve yerine getirmesi gereken sorumlulukları birbirinden farklı.
Eğer yeni doğan bir bebeğiniz varsa kaliteli uykudan söz etmek biraz güç. Bebeğin ihtiyaçları her şeyden önce geliyor.
İnsan farkında olmadığı, bilmediği ve hissetmediği şeyleri kabul edemiyor.
Kabul edebilmek için ortada bir iz, bir durum olması gerekiyor.
Varlığından haberdar olmadığımız konular hakkında ne durum tespiti yapabiliyor ne de onlar üzerinde çalışma fırsatı yaratabiliyoruz.
Yazar, “Dünyaya yönelik ihtirassız bir tavrı olanlar, kendi benliğiyle uzlaşı içinde olanlardır sadece.” Diyor kitabında.
Peki, ne demek bu?
Kendi benliğiyle uyum içerisinde olamayanlar tepkisel varlıklar haline dönüşürler.
“Bir insanın işi meşgul olunmaya değerse, o insan muhtemelen kendi işiyle meşgul olur. Fakat öyle değilse, o kişi kendi anlamsız işleri yerine başkalarının işiyle meşgul olur.”
Eric Hoffler bu cümleleri kaleme alırken neler düşünüyordu ya da nelere şahitlik ediyordu bilemem.
Ancak altını çizdiğim bu satırlar ve sonrasında gelen cümleler, bazı bildiğim şeyleri bana yeniden hatırlattı.
En son bir kadının yaşam öyküsünü okuduğumda, bu isim Marie Curie olmuştu. Yaşam öyküsü demek hafif kalır, hayatının anlatıldığı kitabın kapağında da yazdığı gibi “olağanüstü yaşam öyküsü”dür kendisinin hayatı.
Bilmeyenler için çok kısaca söz etmem gerekirse, kendisi Nobel Ödülü’ne layık görülmüş fizikçi ve kimyagerdir. Paris Üniversitesi’nde ders veren ve yine aynı üniversitede profesör unvanı alan ilk kadındır. Yazıldığı kadar kolay olduğunu düşünmenizi istemem.
O dönemde kadın olması ve üstüne bir bilim kadını olması kürsüye geçmemesi için yeterli bir sebepti. Ancak O vazgeçmedi, devam etti. Bireysel alanda elde ettiği her başarı, toplumsal zeminde de faydalarını gösterdi. Hiçbir sıfata ve unvana ihtiyaç duymadan yalnızca üretmek gayesinde olan bir kadındı kendisi.
Hareketli bir pazartesi ile haftaya giriş yaptık. “Hareket” Türkiye’nin diğer adı. Hafta sonu geldi, yaz bitti gibi bir durum söz konusu değil bizim için.
Nabzımız hep yüksek, gözlerimiz hep açık.
“Fethullah Gülen öldü” haberi bugünün gündem maddeleri arasında. Bir süredir çeşitli hastalıklarla mücadele ediyormuş kendisi, ölmüş. Yattığı yerde huzur bulur mu orası kendisiyle yaratıcı arasındaki mesele ancak…