Aklınız olsa Acurman’ı alkışlardınız
Eğer bir partide siyaset yapıyorsanız, yaptığınız siyasete önce ailenizi inandıracaksınız.
Şayet bunu yapamıyorsanız, kendinizi siyasetçiden saymayacaksınız.
Ben de geçmiş yıllarda aktif görevlerde bulundum, bunu herkes biliyor.
İdeolojimi, savunduğum değerlerin iktidara gelmesi adına deyim yerindeyse işin mutfağına daldım.
Sağcı bir aileden geliyordum, işim kolay değildi.
Etrafımda herkes, başta babam ve annem olmak üzere hepsi sağ partiye oy veriyordu.
Onlara da bu gelenek büyüklerinden geçmişti.
Yani apolitik bir tutumdu bizimkisi.
Tıpkı örf adet-gelenekleri yaşatmak gibi.
***
Yaşım 18’e gelip oy sandığıyla tanışacağım sene yaşadığım ülkenin mevcut durumunu sorgularken buldum kendimi.
O yaştaki aklımla beynim beni sol tarafa itti.
Tamamen kendi kararımdı. İlk oyumu da bu yönde kullanmıştım.
Derken siyasete ilgim gün geçtikçe artmaya başladı.
Din iman edebiyatı yaparak, dini hırpalayan zihniyetler dikkatimi çekiyordu ve onlar beni irrite ediyordu.
Sağcıysan Müslüman, solcuysan dinsizsin yaftaları vardı.
Oysa gerçek böyle değildi.
***
Ben anlayamıyordum bu ayrımı.
Komşularımızdan sola yatkın ailelerin evlerinde dini değerlerin nasıl yaşatıldığını görüyordum.
Mesela hepimizin evlerinin bacalarından kandil akşamları buram buram helva kokuları yayılırdı.
Herkes yok imkanlarla ortaya bir şey çıkartır, hazırladığı ikramları birbirine dağıtırdı.
Çocuklar adeta bayram ederdi. Sokaklar çocuk kaynardı. Büyükleriyle birlikte kandilde dua etmek için camiye gidilirdi.
Kimse sağ-sol ayrımına bakmaksızın çocuklarını her yaz tatilinde en yakındaki caminin kuran kursuna yollardı.
Ben de onlarla birlikte o camilerin kuran kurslarına gidip iki kez hatmetmiş sağcı bir ailenin kızıydım.
Aramızda en ufak bir ayrışma yoktu.
“Sen şu partiye oy veriyorsun, ben buraya. Benim liderim senin liderine on basar” tarzı komşuluk ilişkilerine kadar inen çirkin bir siyaset anlayışından eser yoktu.
Daha da ötesi yan komşumuzun dahi kime oy verdiğini bilmezdik, bunları sormak ayıp sayılırdı.
Tahminlerimizle yürürdük.
Öyle şimdiki gibi hiç kimse seçim zamanlarında evlerine oy verdiği partinin bayrağını asmazdı.
Oy verme zamanı geldiğinde gider oyunu verir, akşam oturup sonuç beklenirdi.
Kazanan partinin taraftarları sokaklara dökülmez, ertesi gün hiçbir şey değişmemiş gibi hayat devam ederdi.
Gelinen noktada siyaset denilen illet bizi öylesinde içine aldı ki, artık neyi nasıl yaşayacağımıza, kime nasıl davranacağımıza, kimle komşuluk edeceğimize siyaset karar veriyor.
***
Hepimizi zehirleyen o siyasetin çarklarına ben de takıldım maalesef.
“Millet layık olduğu şekilde yönetilir” sözü beynime mıh gibi işlenmişti.
Kendimi layık gördüğüm yönetim tarzının güçlenmesi için elimi taşın altına koymam gerektiğini düşünerek, gençliğin verdiği heyecanla işin ucundan tutmak istedim.
Ama az evvel bahsettiğim gibi buna önce kendi ailemi inandırmam gerekiyordu.
Oy verdikleri partiyle ilgili düşüncelerini deşmeye başladım evvela.
Onlar sadece bir gelenek ölçüsünde oy veriyordu, bu net!
Ama büyüklerin alışkanlıkları, bazı tabuları kolay yıkılmıyor, çok çalışmam gerektiğini anladım.
En büyük avantajım ise, evde demokrasiye fırsat tanıyan bir babanın olmasıydı.
Ben gidip sol partiye üye olduğumda ve bunu onunla “sonradan” paylaştığımda ağzını açıp kötü bir laf etmedi.
Tek dediği söz “Kızım bizim solla ne işimiz olur ama nasıl istersen öyle yap. Yalnız çok dikkat et” dedi.
Tabi başına gelecekleri bilmiyordu.
***
Uzatmayayım, büyük uğraşlar sonucu ben o anne ve babayı sol partiye üye yaptım.
Üyelik kartları geldiğinde sıkı birer partili olmuşlardı bile.
Neden? Çünkü yılmadan usanmadan onları ikna edecek hikayeler anlattım.
Şayet ailemi inandıramazsam iyi bir siyasetçi olamayacağımdan bahsettim.
Çok zordu ama başardım.
Arkadan ailenin diğer fertleri geldi derken, sülaleye müthiş bir dönüşüm yaşattım.
Bence benim uzun sayılacak siyasi yolculuğumun en büyük başarısı işte budur.
Parti büyükleri bunun farkında bile değildi ama olsun, ben beni hoş etmiştim.
Siyaseti kendine yaşam biçimi edinip dar çerçevede kalanlar bunun ne demek olduğunu anlayamaz.
Eğer o partiye eşinizi, oğlunuzu, kızınızı, kardeşinizi hatta arkadaşlarınızı katamıyorsanız sizden bir halt olmaz!
İşte o yüzden bugün etrafımdaki siyasetçilere baktığımda bunun hala tam manasıyla oturmadığını görüyorum.
İnsanlar da haklı. Partiler o kadar bozuldu ki kimse karısını-kızını, çoluğunu-çocuğunu bu işe bulaştırmak istemiyor.
Bulaştıranlar da hemen eleştiri konusu oluyor. “Burası padişahlık mı babadan oğula, anadan kızına geçsin” deniliyor.
Bense bu anlayışı şiddetle ret ediyorum!
Hele de solda siyaset yapıyorsanız bunun ne demek olduğunu anlayamazsınız.
Çünkü Türkiye hep sağ partiler tarafından yönetildi.
Özellikle AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte ayrışmanın artması neticesinde solda kalanlar adeta fişlendi.
Şu an bu durum biraz daha minimize edilse de bundan üç yıl kadar öncesinde vaziyet böyleydi.
AKP’li değilsen iş bulman imkansız hale gelmişti.
Hatta AKP’li değilsen kömür yardımı bile yapılmıyordu.
Fakirin dahi ayrımı vardı. Fakirsen fakirliğini bil (!)
***
Bu biraz dertleşme yazısı gibi oldu.
Bana bunları hatırlatan bir olaydan yola çıkarak yazdım tüm bunları.
Biliyorsunuz, geçen gün CHP Başiskele ilçe başkanlığına çok genç Avukat bir kardeşimiz seçildi.
Anıl Acurman, CHP’nin emektar isimlerinden Avukat Hüseyin Acurman’ın oğlu idi.
Kulağıma bazı eleştiri sözleri geldi, “Hüseyin Acurman il yönetiminde, oğlu ilçe başkanı. Zaten milletvekili adayı olmasına da sebep olmuştu” gibilerinden söylentiler dolaşıyordu.
Bu çok acımasız bir itham!
***
Bugün Hüseyin Acurman’ın oğlu CHP’de sorumluluk duygusuyla hareket ediyorsa ben o babayı alkışlarım.
Hanginizin oğlu-kızı, eşi-dostu, kardeşi partiye hizmet ediyor?
Hem de siyaset yapmanın hiç kolay olmadığı, bedel ödendiği bir partide…
Söyler misiniz, bugün bulunduğu konumu CHP’ye borçlu olan siyasi aktörlerin çocuklarından kimler var aklınızda?
Hangisinin çocuğu partisi için elini taşın altına koymuştur?
Rahmetli büyüğümüz Şaban Sarıgülle mesela…
O aramızda yok ama kızı Hande CHP içerisinde mücadeleye destek veriyor.
Bu işler öyle sanıldığı kadar kolay olmuyor.
Daha ailesini inandıramamış, onu aktifleştirememiş insanların tutupta Hüseyin Acurman için saçma sapan konuşmaları bana acımasızca geliyor.
***
Anıl Acurman CHP’nin son dönemlerdeki en büyük kazanımlarından biridir.
Üstelik Başiskele gibi CHP’nin neredeyse terk ettiği bir ilçede çok büyük fark yaratacağına adım kadar eminim.
Bugüne dek Başiskele’de tek kale maç oynayan AKP, eskisi kadar rahat olamayacak.
Anıl’ın ekibindeki isimler de ona itici güç olacak.
Bir yere not edin…
Anıl Acurman yönetimindeki Başiskele ilçe örgütü sayesinde CHP, bu ilçede ilk kez potaya girecek.
Siz hala Hüseyin Acurman’a yüklenmeye devam edin.
Ama bunu yaparken benim çocuğum hiç partinin kapısından içeri girdi mi diye sormayı da ihmal etmeyin!
Ailenizin bireylerini sadece “lazım olduğu için” delege yazmak onları aktif hale getirmeye yetmiyor.
Biz onlara “hülleci” diyoruz.
Çeşitli sebeplerden kendini yazamamış, aileden birini yazmış ki oy garanti olsun.
En fazla bunu yapabiliyorsunuz.
O yüzden Anıl gibi gençleri eleştirirken oturup bir daha düşünün.