İşinize Gelirse…
Çok zor günlerden geçiyoruz.
Birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde
Herkes ihtiraslarını, hırslarını, egolarını bir kenara atmalı.
Gün, siyaset günü değil.
Gün kavga etme günü de değil.
Yarınlarda bizi nelerin beklediğini bilmiyoruz.
Yüzyıllardır elinde maşa ile bizleri adeta sömürge olarak gören, hatta bizi kimlerin yöneteceğine dahi karar veren emperyalistlerin
Şu an bizden çok daha kötü durumda olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, daha da vahşileşebilecekleri ihtimaliyle karşı karşıyayız.
Kısacası bizi neyin beklediğini başımızdakiler dahil, hiçbirimiz bilmiyoruz.
O yüzden her şeye hazırlıklı olmalıyız.
Gelecek belalara karşı kenetlenmiş vaziyette karşılık vermeliyiz.
Ama bunun için önce kendi içimizde sulh sağlamamız gerekiyor.
***
Bakıyorum da kimsenin kimseye en ufak bir tahammülü kalmamış.
Evet, hepimizin canı sıkkın, evet hiçbirimiz önümüzü göremiyoruz.
Ama iş şirazeden çıkmış falan değil, öyle hemen enseyi karartmayalım.
Coronavirüs ile mücadelede kötü bir noktada değiliz.
Ekonomik olarak güçlü olsaydık çok daha kolay atlatırdık, bu doğru.
Fakat ona rağmen dağılıp dökülmüş değiliz.
***
Geçenlerde bu minvalde bir yazı yazdım.
“Galiba sınavı geçiyoruz”
dedim.
Vay, sen misin bunu diyen!
Muhalif bir gazetenin baş yazarı böyle yazarsay-mış, gerisini siz düşünün-müş.
Bakın, biz bir tarafın gönlünü hoş edelim diye gazetecilik yapmıyoruz.
Muhalif demek
; bir tarafın karşıtı, diğer tarafın yandaşı demek değildir.
Biz sistem muhalifiyiz.
Bunu ta en başından beri söylüyorum.
Kimse benden taşıdığım siyasi kimliğin arka bahçesi olmamı beklemesin dedim.
Eğer siyasetle aşabileceğim yollar olduğuna inansaydım hala onların aralarında olurdum.
Ben o defteri çoktan kapattım.
***
Evet benim bir tarafım var ve bu hiç kimseyle ilişkilendirilemeyecek kadar bana özel bir tutum.
Yaşı reşit olduğunda kendi ayaklarıyla gidip sol bir partide görev isteyen birinin hiç kimseye verecek hesabı yoktur!
Katkıysa alasını yaptım, kendimden verdim.
Aktif yöneticilik yaptığım yıllarda aynı zamanda gazetecilik yaparken;
Partinin “yatak odası sırları” sayılacak bilgileri gazeteye sızdırmadım.
Çünkü bu ne ahlaki ne vicdaniydi. İkisinden birini seçmek gerekirdi.
İkisini bir arada yürütmek de isteyebilirsiniz ama o zaman partinin gazetesi olursunuz.
Tıpkı Sevgili Barış Yarkadaş’ın “Gerçek Gündem Gazetesi” gibi.
Oda bir tercihti fakat benim arzuladığım tarz bu değildi.
***
Olaylara ve kişilere sadece kendi tarafımdan bakarak yorumlamak, algı yaratmak işin kolay tarafıydı.
Zor olan ise karşı tarafın penceresinden de bakabilmek, onu anlayabilmek ve anlatabilmekti.
Tıpkı “6 – 9” ikileminde olduğu gibi.
Benim tarafımdan baktığımda ben “6” görürken, karşı tarafın bunu “9” olarak görmesi son derece doğal bir durum çünkü karşı taraftan bakıyor.
Yani o, o tarafın yolcusu, bense bu tarafın…
Gördüğü sayının altı olduğunu diretmek yerine onun bakış açısının kendine göre doğru olduğunu söyleyebilmenin adı OBJEKTİFLİKTİR.
***
Aslında özlem duyulan memleket bu değil midir?
Herkes birbirini anlasa, herkes karşı tarafın görüşüne saygı gösterse fena mı olur?
Bunun olması için başta biz basın kuruluşlarına çok büyük görev düşüyor.
Çünkü toplum ister istemez bize bu misyonu yüklüyor.
Hem altıyı hem dokuzu göstermemizi istiyor.
Elimden geldiğince bunu yapmaya çalışıyorum, -ki hiç kolay olmuyor.
Dolayısıyla zaman zaman sert eleştirilere maruz kalıyorum.
Ama bunlar bile bizim doğru yolda olduğumuzu gösteriyor.
Kısa vadede zarar gibi gözüken şeyler ileride kazanımlarıyla bize geri dönüyor.
***
Bugün bu şehirde herhangi bir konuda kriz, kaos, tartışma ve benzeri suni ya da reel gündemler olduğunda;
Pek çok insan Gazete Barış’ın tutumuna bakıyor.
Gazete Barış
’ın suni gündem algılarına karşı çakralarının her daim açık olduğunu biliyor.
Okuyucu artık bizi iyi tanıyor.
Kim ne yazarsa yazsın, kim hedef yapmaya çalışırsa çalışsın başaramazlar.
Üç kuruş akıllarıyla bizi boykot çağrısı yapan tetikçilerin aklı bu işlere basmaz!
CNN Türk’e CHP’lilerin yaptığı boykotu
, üstü kapalı bize yapmalarını öneren akıl fukaralarının ipini kim tutuyorsa çok yanlış yerden tutmuş.
Tuttukları yeri bir değişsinler.
Değil onlar, onların ağa babalarının buna gücü yetmedi!
***
Bir keresinde hiç unutmam, CHP Lideri Kılıçdaroğlu ile röportaja gitmiştim.
Sağolsun, Milletvekili Haydar Akar aracı olmuştu.
Orada şaka yollu dedi ki;
“Sayın Genel Başkanım, Aysun Hanım bizdendir ama partimizi çok ağır eleştirir”
Bunun üzerine Sayın Kılıçdaroğlu şöyle cevap verdi:
“Biz basın özgürlüğünü savunmuyor muyuz? Yazacak tabi. Yazmayın demek bize yakışmaz. Size düşen şey, eleştirilerden ders almak ve daha az hata yapmak. Buyrun ne isterseniz sorun bana”
İşte dedim… Bu konuda şakaya bile tahammülü olmayan lider.
Bir Genel Başkana bakın, bir de yereldeki temsilcilerin egolarına.
En ufak bir eleştiride sizi karşı tarafa yamıyorlar.
Hakkınızda olduk olmadık isnatlarda bulunuyorlar.
Umurum mu, ASLA…
Umurum olmadığını zaten görüyorlar.
***
Onlar doğru yaptıklarında yanlarında ilk bizi bulacaklar.
Onlar yanlış yaptıklarında da yine ilk uyarıyı bizden duyacaklar.
Bunun üzerinden düşmanlık etmek isterlerse ona da varım.
Ben bu anlamda hiç sahneye çıkmadım. Çıkarsam da öyle üstü kapalı, onu bunu kullanarak da yapmam.
Yapacaksam alenen bodoslama yaparım.
Ama bunu istemiyorum.
Daha çok objektif kriterler ölçeğinde, yeri geldi duygusallaşarak, yeri geldi mi katılaşarak gazetecilik yapmayı tercih ediyorum.
***
Mesela İzmit’te yaşanan cami polemiğinde, ve DJ olayında başkana haksızlık yaptılar.
Bir dakika bile düşünmeden haksızlık yaptıklarını anlatan manşetler attım.
Bekleyeyim, kim ne yazacak diye ölçmedim, biçmedim, tartmadım.
Çünkü karşı taraftan da baktığımda gördüğüm “6” idi.
Bu olsa olsa yıpratma politikası olur deyip, bastım geçtim.
Ve son olay…
***
İzmit’te yaşanan bayrak krizinde haksız yere itham edilen bu kez büyükşehir belediyesi kurumu idi.
Ortada kaldırılan bayrak yok!
Dahası, şehrin en işlek yerlerindeki bayraklar rüzgarla dans ederken, şehrin tenha bir noktasına asılan bayrağı indirmek cahil cüheyla işi olurdu.
Videoyu izlediğim anda arkadaşlarla fikir alışverişi yaptık.
Aynı doğruda buluştuk.
Olayı büyüten, kaşıyan, gaz veren, haksız yere yıpratan, gözü kapalı muhalefet eden
değil; doğru neyse onu yazdık.
Böylesi zor günlerde insanların canı burnundayken bir de bayrak kriziyle toplum gerilmesin istedik.
Çünkü ortada gerecek, gerilecek bir şey yoktu.
Eğer gerçekten Atamızın resmine ve Türk bayrağımıza müdahale olsaydı, gerilim nasıl olur herkese gösterirdik.
Ama kraldan çok kralcılık yaparak İzmit Belediye Başkanını da zor durumda bırakan ekiplerin yalan yanlış açıklamalarıyla
Gündemi daha fazla meşgul etmelerine izin vermek gazetecilikle ve objektif yayıncılıkla bağdaşmazdı.
Sanırım ifade edebildim.
***
Birkaç cümle de “Bu kentte gazetecilik bitmiş” diyenlere söyleyeyim.
Gazetecilikte bir olmak, kenetlenmek hepimizin özlemi.
Ama bunun için önce çok geniş bir gönüle sahip olmak gerekir.
Vakti zamanında gazeteler kapandığında top tüfek yanınızda durduğumuzda;
(Ki bugün olsa asla durmazdım, yani pişmanım)
Sonradan nasıl köpek yerine konulduğumuzu unutur muyuz?
Aynı tempoyla her gün en galiz sözlerle aşağılandığımızı unutur muyuz?
Siz her şeyi yapacaksınız ama hiçbir şey yapmamış gibi bizden size sahip çıkmamızı bekleyeceksiniz.
Başımızda büyük olmayı becereydiniz, bunu seve seve yapardık ama o kredinizi çoktan tükettiniz.
Yaşadıklarınıza sevinmiyoruz.
Ancak rüzgar eken fırtına biçer.
Saygın kalmak, saygın olmak her baba yiğidin işi değildir.
Ve işin bir başka yanı, gerçekten gazetecilik yaptığınız için hedef olduğunuza inansam belki tutumumuz farklı olurdu.
Ama aklım ister istemez acaba kimin itibarına ateş ettiler, kimi bükemediler de bunlar oldu diye sormadan edemiyor.
En iyisi biz işi Adalete bırakalım.
Kalın sağlıcakla…