YÖK kalkacak derken rektörleri paketlediler
OHAL sürecinde belli aralıklarla “Kanun Hükmünde Kararnameler” çerçevesinde çıkartılan yasalarla
Yeni bir polemik konusuna daha kavuştuk.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni saf dışı bırakan KHK’lar sayesinde daha önce ayak bağı olan ne varsa
Hepsi bir güzel ortadan kaldırılıyor.
Bu KHK’lardan biri ile nur topu gibi bir konumuz daha oldu. “Rektörlük seçimleri bitti”
***
12 Eylül faşizminin dayatmalarından biri olan (Yüksek Öğrenim Kurumu) YÖK’ün
Ortadan kalkmasını beklerken, son model darbenin ardından alınan karar herkesi şaşkına çevirdi.
Öyle ya; bu hükümet ve öncekiler ve bizler durmadan 12 Eylül Anayasasının dayatmacı kararlarından şikayetçi değil miydik?
Pek çok konuda fikir birliğine vardığımız olaylardan biri de YÖK’ün antidemokratik bir kurum olduğu değil miydi?
O zaman üniversiteler üzerindeki baskı ve vesayeti kaldırmak için neyi bekliyoruz?
***
YÖK dediğin, Akademik özgürlükleri yok etmek ve bilim insanları üzerinde baskı kurmaktan başka ne işe yaradı?
Artı, buna ilaveten getirdiği bazı yasaklarla birlikte birçok bilimsel araştırmalara engel oldu.
Ama bugüne kadar gelen hiçbir hükümet nedense YÖK’ü kaldırmaya yanaşmadı.
Oysa üniversitelerdeki sorunların çözüm merkezi bizzat üniversitenin kendisiydi.
Devlet üniversiteleri kendi rektörünü kendi seçmeliydi.
Tüm üniversitelerin YÖK’ten kurtulup, demokratik yapıya kavuşmaları gerekirdi.
***
Bizler bunların olması gerektiğini savunurken daha da beteri oldu ve rektörlük seçimleri tümden kaldırıldı.
Gerçi ortada seçim var mıydı, o da tartışılır ya neyse…
Ancak iyi kötü adaylar ortaya çıkıyor ve üniversitenin tüm Akademisyenlerine yapacağı projeleri anlatıp oy istiyordu.
Bu bile başlı başına üniversitelere katkı oluyordu.
Yarışan adayların aldığı oylar Cumhurbaşkanının önüne gidiyor ve ardından Cumhurbaşkanı kimi isterse o kişiyi rektör olarak atıyordu.
Antidemokratik kurum olan YÖK’e antidemokratik bir usulle cevap veriliyordu anlayacağınız.
***
Başından beri bu uygulamayı anlayabilmiş değildim. Evet, en kötü seçim bile atamadan yeğdir orası ayrı ancak;
Madem erk Cumhurbaşkanında, o zaman bunca zahmete ne gerek diyordum.
Ve dediğim oldu. Artık o komedi bitti.
Cumhurbaşkanı tek güç olarak bütün üniversitelere istediği kişiyi Rektör olarak atayabilecek.
Sözlerim yanlış anlaşılmasın, ben bunun doğru olduğunu savunmuyorum.
Sadece bilgi dünyasının en üst seviyesindeki Akademisyenlerin aklıyla alay etmeyi bırakmalarının doğru olduğunu ifade ediyorum.
Çünkü bunu isteyen onlar, buna yol veren yine onlar. Nasıl mı?
Şöyle anlatayım;
***
Kocaeli Üniversitesi’nde rektörlük seçimleri olmadan bir süre önce adaylar ortaya çıktı.
Herkes kendine göre bir yola girmiş çalışıyordu.
Biz de seçim öncesi kulisleri ilgiyle takip ediyorduk.
Ali Demirci, Başar Çolak, Esat Harmancı, Mithat Özer, Recep Tarı adaylıklarını açıkladı.
Biri diğerine göre daha şanslı, öteki bir başkasından daha önde gibi malum yarış süreci giderken birden bire Sadettin Hülagü ismi öne atıldı.
Ama hem de ne atılma… diğer beş adayı birden sildi en öne geçti.
Neden? Çünkü muhteşem bir algı yaratıldı.
Neydi o algı? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doktoru olarak Sayın Hülagü’nün evini ziyaret etmesiydi.
Evet doğru, Erdoğan Hülagü’nün evine ziyarete geldi ki normal bir durum.
Ama bu ziyareti öyle güzel pazarladılar ki, değmeyin gitsin.
***
Hülagü’nün kendisinden bahsetmiyorum, onun etrafındaki şakşakçıları söylüyorum.
Kim onlar? Başta basınımızın güzide temsilcileri olmak üzere çok sayıda Akademisyen
Erdoğan’ın Sayın Hülagü’nün evine ziyarete gelecek kadar yakın olması karşısında büyülendiler.
Hemen rotayı Sadettin Hülagü’ye çevirdiler.
Biz, o dakikadan itibaren tamamen bir algı üzerine konuşlanmış seçim stratejisinin karşısında yer aldık gazete olarak.
Sadettin Hülagü’yü ne tanırım ne bilirim. Kendisine kişisel en ufak bir kinim söz konusu değildir.
Benim karşıtlığım tamamıyla seçim stratejisineydi.
O nedenle bunun karşısında durarak yanlış olduğunu anlatmaya çalıştık.
Koskoca Akademisyenlerin, bilim insanlarının güce tapmalarının doğru olmadığını anlatmaya çalıştık.
Üniversiteler özerk kalmalı dedik, sarı öküzü vermesinler istedik.
***
Biz bununla mücadele ederken, basın camiamızdan tek bir Allahın kulu buna karşı çıkmadı.
Hepsi Sayın Hülagü’nün basın danışmanı gibi çalıştılar.
Hülagü’yü parlatmak için ard arda yazılar yazdılar, röportajlar yaptılar.
Tüm bunlardan geriye ise bize kala kala KOÜ Rektörünün açmış olduğu davalar kaldı.
Olsun hiç önemli değil. Sayın Hülagü bunların kişisel olmadığını çok iyi biliyor.
Kaldı ki birçoğundan beraat ettik. Benim anlatmak istediğim bu değil;
Anlatmak istediğim asıl şey, 12 Eylül anayasasından kalma olan başa bela YÖK’ün gitmesini beklerken
Yeterince antidemokratik bir şekle sahip olan rektörlük seçimlerini dahi arar olacağız.
Ee büyüklerimiz ne demişler?
Öyle başa böyle tarak..!
***
Siz ki eğitimli insanlar olarak, insan eğiten bireyler olarak, bilime katkı sunan saygın temsilciler olarak
Üniversitelerin siyasallaşmasına, kadrolaşmasına ses çıkarmayıp, gücün önünde eğilirseniz
Öteki de gelip “acaba ne kadar daha eğilebiliyorlar” deyip sınırları zorlar!
Aslına bakarsanız sınırları zorlamakta çokta haksız sayılmazlar hani.
Bakıyorum da KHK çıkalı üç-dört gün olmasına rağmen üniversitelerden bir tane bile tık ses çıkmadı.
Çıkacak gibi de görünmüyor. Peki ne olacak?
Bundan sonra rektör olmak isteyen herkes külliyenin yolunu tutacak, buradaki siyasilere şirinlik yapacak.
***
Hani derler ya hep; “susma, sustukça sıra sana gelecek” diye!
Ben bundan sonra sıranın, yarı kamu sayılan meslek odalarına geleceğini düşünüyorum.
Ne bileyim; mesela TOBB tıpkı YÖK gibi tepede durur ama Ticaret Odası ve Sanayi Odalarını Cumhurbaşkanı atayabilir.
Olur mu? Bence bal gibi de olur!
Üniversitelerden sonra odalar olmazsa kabahat (!)
***
Ha bu arada…
Algı üzerine oturtulmuş bir seçim stratejisinde Sayın Hülagü’yü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doktoru olduğu için
Rektör olmayı ona hak görüp yazı üstüne yazı yazanlar var ya?
Şimdi çıkmış rektörlük seçimlerinin kaldırılmasını eleştiriyor.
İşte ben buna anlam veremiyorum.
Bir insanın düşüncesi “DÖNEME” göre DÖNER Mİ gerçekten..?
Benimki de soru işte…!