Karanlığı yırtan hocalarımın ihracı!

Saadet Sevinç Doğan

Saadet Sevinç Doğan

Tüm Yazıları

Sizi de benzer duygular yakalıyor mu? Hangi duygular... Mesela haksızlık olduğunu düşündüğünüz uygulamaların tanığı olurken yaşadığınız ağırlık duygusu. Tanık olmak sahiden çok da iyi bir şey değilmiş zaten bunlara. Tanık olmak aynı zamanda o veya bu şekilde hayır demeyi de beraberinde getiriyormuş.

İşte ben de bu duyguyla yazıyorum şimdi. Çok sevdiğim ve birebir tanıdığım insanlar ihraç ediliyor üniversitelerden. Bazılarının derslerine girdim ve hayranlıkla dinledim, bazılarının ödev ve sunumlarını aynı sıralardan dinledim. Onların doktor unvanı alırken ki sevinçlerini ekran başından da olsa izledim ve onlarla beraber sevindim. Yoğun bir çaba ve emek sonucunu gösteriyordu o fotoğraflar çünkü.

Şimdi yazıyorum çünkü artık sahiden kurumlar açısından ve ortak geleceğimiz açısından sıkıntılı bir durumdayız. Bu durumdan çıkmak için de daha sakin ve tutarlı bir şekilde olanları yeniden gözden geçirmekle yükümlüyüz. Neden ihraç ediliyor bu insanlar? Ankara Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi ve daha fazlası. Çok klasik ama kan kaybediyor üniversiteler. Kurumlar içindekilerle kimlik kazanıyor. O kişiler olmadan da o kurumlar elbette devam edecek yollarına ama ne şekilde devam edecek? Bir felsefe profesörü bir yılda yetişmiyor mesela. Sosyal bilimler demek toplum demek, hayat demek, yaşam demek. Onların konuları, hayatın kendisi. Nasıl uzak durabilirler ki oradan? Nasıl söylediği yaptığına denk gelmeden nefes alabilirler ki? Medya diyecek, ama onun içindekileri masaya yatırmayacak! Ya da sosyoloji diyecek ama topluma bakmayacak, dokunmayacak, hissetmeyecek! Felsefe diyecek ama bunu gündelik diline almayacak! Mümkün mü? Hayır, hem de hiç mümkün değil, mümkün olduğunu sananlar sadece masa başından kariyer hesapları yapan ve kendi menfaatine çalışanlardır o kadar.

Bakın Doç. Dr. Gül Köksal hocayı ele alıyorum. Bir yerde kamu yararı olmayan bir yapı görsün susamaz. Bir yerde tarihi bir zenginlik zarar görsün evinin bir tarafı görmüş gibi refleks verir. Prof. Dr. Funda Başaran mesela. Dersinden anımsıyorum cep telefonlarına sınırsız internet üzerine konuşulurken aniden “İyi de şimdi düşünsenize minibüste adam giderken yanınızda porno izleyebilecek. Bu nasıl olacak şimdi, bir şeyi isterken nedir, ne değildir diye durmak gerekmez mi üzerinde?” demişti. O zaman öngöremediğimizi şimdi hayvanlara şiddet uygulayıp internette yayanlarla görüyoruz.

Prof. Dr. Mine Gencel Bek mesela. Evet, bu yazı kişisel bir yazı ama ne deniliyordu “Kişisel olan politiktir.” Bu şiardan yola çıkıyorum. Mülakat sınavında Funda Hoca’yla birlikte Mine Hoca da vardı ve bir üçüncü hoca gereksiz bir şekilde haksızlık yapmıştı. Bunun üzerine gereken cevabı vermiş ve sınavdan çıkmıştım. Sınavı geçtim ve sonrasında Mine Hocam bir dersinde dedi ki “O gün sınavda haksızlığa baş kaldırdığın için burada olmanı istemiştim.” Bu kişisel olay nedir biliyor musunuz, bir insan sizi hiç tanımasa da sadece haksızlığa tahammül edemediği için sizden taraf oluyor. Buna Funda Hocam da dahildir. Şimdi siz sayfalarca yazı getirin önüme, iddia ve iftira, benim o günümde tanıdığım insanlara dokunmaz hiçbirisi.

Bunlara bir üçüncü kişiyi ekliyorum Prof. Dr. Nur Betül Çelik. Dersine girerken ürker ve anlamadığımız cümleleri bir sonraki haftaya kadar anlamaya çalışırdık. O her zamanki nezaketi ve sorumluluğu ile her konuyu ve kendisine gelen her cümleyi dinler, tartışmaya açar ve sizi kendine dahil ederdi. Foucault, Derida ve daha birçoğu bir yana umutlu olmayı ve onu korumayı öğretir Nur Betül Hoca. Hala da öğretiyor ve bundan vazgeçmeyecek. Değerdir, kıymettir bilene kısacası.

Arş. Gör. Dr. İlkay Kara ve Arş. Gör. Dr. Pınar Yıldız. Yeni doktorlar. Ama öyle oturduğu yerden unvan alanlardan değil, aksine gecesi gündüzü ile okulda sabahlayarak doktor olanlardan. Sadece bir öneri, çıkarın onları televizyonlara ve dinleyin sadece. Gerisine kendiniz karar verin.

Bunların yanında Doç. Dr. Yücel Demirer var. Dersine girmedim ama birebir tanırım. Nezaketinden ezilirsiniz yanında. Tüm kaynaklarını ve bilgisini düşünmeden açar size. İnsanın nasıl içi acımaz onun olmadığı bir fakültede.

Daha niceleri var, tanıyan herkesin yazacağı niceleri. Unutmadan benim için hep özel ve güzel kalacak olan İzmir de aldı bu yaşananlardan nasibini. Yan koridorda felsefe, sosyoloji ve psikoloji bölümleri vardı ben okurken. Açıkça yazıyorum gıpta ederdik onlara. Prof. Dr. Nilgün Toker mesela. Sadece bir tanesi onlardan. Öğrencisi olmadım ama dinledim İstanbul’da kendisini bir çalıştayda. Bu insanları birebir tanımanız veya dersine girmeniz gerekmiyor, yanına gidip “Hocam merhaba” deyin gerisi gelir zaten. Onlar okuduklarını, gördüklerini ve bildiklerini kendine saklayan olmadılar ki hiçbir zaman.

Kısacası ne yazıyorum şu ana kadar, sadece şu kişiler kaybetmiyor hepimiz ve kurumlar kaybediyor bu insanlar olmayınca. Değerdir, ederi kendilerinde ve hayata bakışlarındadır bu hocalarımın ve arkadaşlarımın. Yaşadıklarını görmek, anlamak ve evet eleştirmek lazım. Neden mi? Çünkü aksi durum düşünemiyorum. Karanlığı yırtan insanların açtığı ışık yoruyorsa gözlerinizi bunu iyiye yorun. Umut vardır demek ki hala…