Gökdelene giren bulut

Saadet Sevinç Doğan

Saadet Sevinç Doğan

Tüm Yazıları

Bazı kitapları sadece konularından ötürü seviyorum. Elimdeki kitap da böyle. Gerçi sevdiğim kadar hüzünlendirdi de. Behiç Ak’ın Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan kitabı biz büyüklerin sorumsuzluğunu çocuklara anlatma telaşı bir yanıyla da.

Çok fazla şey geçiyor zihnimden. Özellikle büyük şehirlerde bir gram yeşile, oyun alanına ve doğaya hasret çocukların varlığı üzüyor en çok da. İstanbul en başta gidenlerden bir tanesi. Habire gökdelenlerin yükseldiği şehirde büyüyen çoğu çocuk için bisiklete binmek, oyun oynamak, paten sürmek, yürüyüş yapmak neredeyse imkansız. Aileleri zengin olanların çocuklukları fakirlikle geçiyor aslına bakarsanız. Çok yüksek fiyatlarla satın alınan bu devasa yapılarda büyüyen çocuklar için bir bakıma sanal bir gerçeklik yaratılıyor ve kendi küçük dünyalarında yaşamaları bekleniyor. Çocukluğumdan beri İstanbul’a sıkça gidip gelen birisi olarak bu şehirde çocuk büyütenlerin zorluklarına birebir şahit oluyorum.

Behiç Ak yine oldukça önemli ve dikkat gerektiren bir konuya yani çocuklar için kaybolan mekanlara dikkat çekiyor. Bazı insanların kaygılarını seviyorum. Onlar çocuklar için gerekli ve önemli olanı biliyorlar. Neyin olmaması gerektiğini de. İster istemez bu bilinç kalemlerine, çizimlerine, sözlerine yansıyor. Keşke yerel yöneticiler kadar tüm siyasi karar vericiler de bu sesi, çizimi, sözü duysa/duyabilse. Elbette çok güzel örnekler var. Mesela Eskişehir örneği var elimizde. Ama bunun yanında beton yığınları arasında yaşamını geçiren, en önemlisi çocukluğunu tüketenler var. Tüketenler diyorum çünkü ağacın dalına çıkmadan, rahatça bisiklet sürmeden, istediği gibi top oynamadan, paten sürmeden geçen bir çocukluk. Betonların içinde, gökdelenlerin tepesinde büyüyen çocuklar. Sokağa çıktıklarında nasıl davranacaklarını bilemeyen çocuklar…

İşte bu kitap tam da bunları anlatılıyor. Nefes almanın bile zorlaştığı sokaklardan bir gökdelenin dairesinde beliriyor çocuklar. Bir anda içeriye giren bulutla yeni bir yaşam alanı kuruluyor çocuklara. Öyle ki sadece resimlere baktığınızda bile içiniz açılıyor. Her şey bir çocuğun hak ettiği şekilde yaşanıyor bulutların arasında. Mekan onlardan yana, çünkü çocuk olmanın getirdiği doğal haklar var. çünkü aslında çocuklar haklarıyla doğar. Her ne kadar büyükler duymak veya bilmek istemese de çocuklar özgürce yaşayabilecekleri mekanları hak eder. İşte Behiç Ak da bu noktadan dem vuruyor aslında. Birebir röportaj da yapmıştım kendisiyle. Dinlediğim insan tamamen çocuklar yararına işleyen bir kalpten konuşuyor. Dillendirdikleri de aslında daha ziyade biz büyüklerin duyması gerekenlerden.

Tekrar kitaba dönecek olursam; bulutların içinde kurulan yeni mekan daha iyi olunca aşağıda, yani sokakta olanlar da onların arasına katılmak istiyor. Aynı mutluluğu yaşamak ve nefes almak istiyorlar. Yeni bir şehir kuruluyor böylece gökyüzünde. Kuruluyor ama bize de kendi gerçekliğimizi anımsatıyor oldukça uysal bir dil ve çizimlerle.

Sanırım temel mesele bizim dünyayı çocuklarımız adına kısa bir süreliğine devraldığımız. Yani onlara borçlu olduğumuzu ve dünyayı onlara miras bırakacağımızı unutmamamız gerekiyor. Zeytin ağaçlarını keserken de, şehir ve kamusal alan yapılanmalarını oluştururken de bu bilinçle hareket etmemiz gerekiyor. Çünkü kendi kısa hayatımızın geleceğe bırakacaklarımızla zenginleşeceğini bilmemiz gerekiyor. Ya da belki sadece toprağa terk ederken bedenimizi, aslında son durağın yine doğa olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Ona kötü davranmanın zarardan başka bir şey olmadığını, yaşam alanlarımızın, nefesimiz kadar neşemizin de ona uygun yaşamakla mümkün olduğunu unutmamamız gerekiyor belki de en fazla. Ya da belki tüm büyüklerin içlerindeki çocuk yanlarını ortaya çıkarıp doğru kararlar almaları için onları çocuk edebiyatının sularına bırakmalıyız. Ne dersiniz?