Lastik İş, sonun başlangıcında…
Bu ülkede artık tuz kokmak üzere.
Menfaat uğruna kör tuttuğunu öpüyor.
Sözüm ona “Emek mücadelesi” veren sendikalar mafyalarla yarışır hale geldi.
Asıl amacı işçilerin ekonomik ve demokratik haklarını savunmak olan;
Ve yasalarla güvence altına alınan sendikalar yavaş yavaş amacından sapmaya başladı.
İşçilerin haklarını aramak için örgütlü mücadele verme iddiasında olan sendikalar ne yazık ki güven noktasından hızla uzaklaşıyor.
***
AKP iktidarıyla birlikte güçlü sendikaların yerine kurulan ve tek alternatif olarak işçiye dayatılan sarı sendikalar sadece siyasete hizmet etti.
Diğerleri ise zamanla etkinliğini yitirdi.
Örgütlü sendikal mücadelenin izlerinin dahi kalmadığı noktada genel başkanı Kocaeli’li olan Lastik İş Sendikası hepimizin haklı gururu oldu.
Genel Başkan rahmetli Abdullah Karacan’ın yoktan var ettiği Lastik İş Sendikası, işçiyi hep en öne koyarak hareket etti.
İşçinin mutlu olduğu yerde sendika da gücüne güç kattı.
Kısa sürede gerek işçinin aldığı ücret bakımından, gerekse sendikanın öz sermaye bakımından kendinden çok daha büyük sendikalarla yarışır hale geldi.
Ama sonra o talihsiz olay yaşandı.
Abdullah Karacan kendi silahıyla bir işçi tarafından öldürüldü.
***
Karacan’ın ölümünün ardından hakkında pek çok iddia ortaya atıldı.
İddiaların hepsine yalan veya yanlış demek doğru bir yaklaşım değil.
Karacan’ın mal varlığı listesinin abartıldığını düşünsem de tamamının yanlış olduğuna inanmam mümkün değil.
Ancak bizim konumuz bu değil.
Ölmüş bir insanın arkasından devri sabık yapmak bize düşmez.
O sendikanın kendi içindeki problemi olmalı.
Ama görüyoruz ki onların derdi çok başka…
***
Abdullah Karacan’ın vefatının ardından ortaya çıkan “mirasyedi akrabalar” türündeki kişiler
Pastadan pay kapmak uğruna rezil bir görüntü sergiliyor.
Yeni başkan Alaaddin Sarı ve yönetimini devirmek için amansız bir mücadele var.
Bu mücadele kapsamında ise en önemli silahları basın kuruluşları oluyor.
Ellerinde evraklarla kapı kapı dolaşan Yusuf Bayraktar ve ekibi ne yazık ki ilk düğmeyi ters ilikledi.
***
Diyeceksiniz ki Alaadin Sarı da basını tek tek dolaştı.
Evet doğru.
Ama Lastik İş Genel Başkanı sıfatıyla basın turunu alenen yaptı.
Bizimle olan biten ne varsa paylaştı.
Ha, kendi cephesinden anlattı diyebilirsiniz, doğru.
Ancak böyle yapması normal değil mi?
Sizce Genel Başkan sıfatıyla basına açık açık konuşan Alaaddin Sarı mı;
Yoksa basını tetikçi gibi görüp araya adam koyup el atından evrak paslayıp ait olduğu sendikayı karalamaya çalışan şube başkanı mı?
Hangisi daha cesur ve hangisi daha reel? Siz olsanız hangisini muhatap alırsınız?
***
Basının karşısına geçipte olan biteni şeffaf biçimde anlatacak cesareti olmayanların kalemşörlüğünü yapacak değiliz.
O yüzden Yusuf Bayraktar ne anlatırsa anlatsın ne delil sunarsa sunsun samimi gelmiyor.
Günlerdir kamuoyunun dikkatini çekmek için bir kısım medya ile dirsek temasında olan Bayraktar dün akşam muştalı saldırıya uğradı.
Haber muhabirimize o an ulaştı.
Fotoğraflara baktık, anında saldırıyı haberleştirdik.
Herkes gibi benim aklıma gelen ilk şey, Lastik İş Sendikası Genel Başkanı ile olan düellosu oldu.
Çünkü düz mantık bunu gerektiriyordu.
Yusuf Bayraktar’a genel merkez tarafından göz dağı verilmiş olabilir veya onların destekçilerinden birileri bunu kendine vazife edinmiş olabilir dedik.
***
Kısa bir süre sonra Bayraktar’ın, bizim bu düşüncemizi destekleyen açıklaması yayımlandı.
Hatta direk isim verdi.
“Beni hedef tahtasına koyanlar sendikanın Genel Başkanı Alaaddin Sarı ve genel merkez yöneticileri Necdet Ulusoy ile Alperen Şakacı'dır” dedi.
Yusuf Bayraktar’ın bu açıklamasının ardından savcılık harekete geçti mi, bilmiyorum.
Çünkü düpedüz Alaaddin Sarı’yı azmettirici olarak adres gösterdi.
Düşünüyorum, gerçekten yaptırmış olabilirler mi?
Sonra vazgeçiyorum.
Yusuf Bayraktar tam da böyle zannedileceğini biliyordu, belki bu oyunu kendi bile kurgulamış olabilir diyorum.
***
Ve işin içinden çıkamadım.
Bu çokta derdim değil açıkçası.
Ama iyi kötü bir iş yapıyoruz.
Kamuoyunu doğru bilgilendirmeye çalışıyoruz.
Bunu yaparken bir tarafın sesi olmak istemiyoruz.
***
Hepsinden öteye kafamı kurcalayan asıl soru şu!
Bu sendikada ne var da kavga bitmiyor?
Bu neyin yarışı? Emeğin mi, rantın mı?
Rahmetli Karacan bir sohbetimizde şöyle demişti:
“Ben ölürsem sendika da ölür. Bunlar mirasyedi gibi ne var ne yok hepsini tüketirler” demişti.
Galiba Lastik İş sonun başlangıcında.
Benim aklıma başka bir şey gelmiyor.
Bir kere yara almaya görsün, gerisi çorap söküğü gibi gelir.
Alaaddin Sarı bu işi nasıl toparlar veya toparlayabilir mi bilemiyorum.
***
Dünkü olayı hafife alamıyorum.
Sendika şube başkanı saldırıya uğruyor ve çok rahat biçimde genel başkanının adını veriyor.
Bu nasıl sendikacılık söyler misiniz? Emeğini sömürdüğünüz işçiden de mi utanmıyorsunuz?
Yusuf Bayraktar yaptıklarıyla, takındığı tavır ile sendikaya zarar veriyorsa bunun bir yaptırımı olmalı.
Sonuçta sendikaların kendi içinde mutlaka bir tüzüğü vardır.
Yoksa önüne gelen birbirini indirsin, koltuğa geçsin, oh ne ala memleket.