Akar, kuru sıkı atmıyor
Gebze-Darıca Metro hattı konusu daha çok su kaldıracak gibi duruyor.
Eski Başkan Karasomanoğlu döneminde başlayan projeyi Büyükakın sahiplenmek durumunda kaldı.
Belki de bu şehre gerekli gördüğü için devam ettirme kararı aldı, bilemiyorum.
Ama sonuçta Büyükakın risk alarak metro projesini seçim vaatleri arasına aldı mı, aldı.
Artık ben sonrasında bir vatandaş olarak o projenin yapılıp yapılmadığına bakarım.
***
Bundan öncekilerin arpalığa çevirdikleri, kasada ne var ne yok hepsini tükettikleri bir noktada;
Yeni göreve gelen başkanın böylesi devasa bir bütçeyi nasıl olupta bulup buluşturacağı, nasıl kaynak yaratacağı merak ediliyordu.
Kimsenin umudu yoktu çünkü ortada öyle bir para yok!
Merkezi hükümetle entegre bir yönetim olmasına rağmen Kocaeli, devletten destek görmeyen büyükşehirlerden biriydi.
Dolayısıyla hepimiz Büyükakın’ın bu projede patlayacağını düşündük.
Ancak bayramın hemen öncesinde Büyükakın, metro projesini Ulaştırma Bakanlığına devrettiklerini açıkladı.
***
Açıkçası kimse beklemiyordu, ben de beklemeyenler arasındaydım.
Ama oldu… ilk defa devlet bizim için kesenin ağzını açacak ve kenti metroyla tanıştıracak.
Fakat bu durum hala eleştiriliyor.
Neymiş, “Beceremeyip, işi bakanlığa devretmiş”
Bunun becerilmeyecek bir yanı yok!
Parayı verdikten sonra her şey olur.
Önemli olan böyle dev projelerde devlet desteğini yanına almaktır ve aldık.
***
Şimdi bu projeyi bakanlık üstlendi diye Büyükakın’ı beceriksiz veya başarısız mı ilan edeceğiz?
Aksine, keşke pek çok projeyi elimizi cebimize atmadan yaptırabilsek.
Aslında yanlış olan Büyükakın’ın metro projesini bakanlığa devretmesi değil;
Böylesi ulaşım projelerini belediye başkanlarının seçim vaadi yapmasıdır.
Bu işler büyük işler, bu işler belediyenin boyunu aşan işler.
Mutlaka ama mutlaka devlet eliyle yapılması gereken şeyler.
Ama eski başkanın hayal gücü malum…
Son derece ütopik, gerçekleşmesi mümkün olmayan ve adeta çizgi filmlere malzeme olacak türdeki sözde ulaşım araçları arasında
En gerçekçi olanı metroydu.
Onu da yapacağından değil, siyaset yapma adına tuttu çukur kazdırdı, temel attırdı.
O çukurdan çıkma işi ise Büyükakın’a kaldı.
Büyükakın da akılcı bir yol bulup işi bakanlığa devretti.
***
Bunun anlaşılmayacak bir yanı olduğunu sanmıyorum.
Bu konuda getirilen eleştirileri ise siyaset üretme zorluğu çekenler olarak adlandırıyorum.
Bakın, CHP Milletvekili Haydar Akar da aynen bunu diyor.
En başından bu yana metronun Ulaştırma Bakanlığı’nın sorumluluğunda olduğunu ifade ediyor.
İstanbul’da, Ankara’da bunu bakanlığın yaptığını ancak İzmir’de büyükşehir belediyesinin yaptığını anlatıyor.
Yani merkezi hükümetle uyumluysanız bakanlık devreye giriyor, değilseniz vay belediyenin haline diyor.
***
Kocaeli bu anlamda 17 yıldır AKP tarafından yönetildiği halde devletten yatırım desteği alamıyordu.
İşte, tam bu noktada Büyükakın Cumhurbaşkanı ile görüşüp kentin makus talihini kırarak işi bakanlığa devrediyor.
CHP’li Akar da “Aklın yolu bir” diyerek asıl olması gerekenin olduğunu söylüyor.
Haksız mı, değil…
Çünkü ezeli evvelinde ne demişti Akar?
“Türkiye'ye en çok vergi veren kentin en büyük problemi trafik olmasına rağmen maalesef bir metromuz bile yok. Sevgili arkadaşlar, size bir önerim var, özellikle iktidar partisi milletvekillerine; beraber mücadele edelim, gelin Kocaeli'ye metroyu kazandıralım.”
İşte, mecliste yaptığı bu konuşmayı hatırlatıyor.
***
Devam ediyor Haydar Akar…
“O tarihte bunları söylemişiz; bugün de fikrimiz aynı ve yapılan doğru kararları da destekliyoruz.”
Sözün özü Haydar Akar “laf olsun beri gele” yapmıyor.
Haklı çıkmanın keyfine varıyor ve aklın yolu birdir diyor.
Muhalefet edeceğim diye gülünç duruma düşmüyor.
Nede olsa Akar kenti yaşıyor, hissediyor ve altı boş konuşmuyor.
---------
BU BAŞKAN KOLAY LOKMA DEĞİL!
Rahmetli Abdullah Karacan ile farklı bir diyaloğumuz vardı.
Belli aralıklarla bir araya gelir, uzun uzun sohbet ederdik.
En son, vefatından 10 gün kadar önce Lastik İş’in yeni tamamlanan otelinin üst katında denize karşı güzel bir yemek yemiş; birbirimizle dertleşmiştik.
O, bu işten ne kadar çok yorulduğundan bahsederdi, ben de bu mesleğin zor yanlarını anlatırdım.
Akıl verirdi bana, “Sen İzmit’in evladısın, bizim mahallelerde büyüdün, kimseden korkma, arkana bakmadan yürü.
Zaten o kritik noktayı aşmışsın, sana bir şey olmaz, ayrıca ağabeyin olarak hep arkanda gör beni”
derdi.
Onun bu samimiyetini bir gram bile suiistimal etmedim.
O benim için bir ağabeydi.
Bir insan eğer isterse;
kendini ne kadar geliştirebileceği konusunda karşımdaki yegane örnekti.
İzmit’in arka sokaklarında yetişerek, binlerce işçinin koruma kalkanı olabilmek;
Aldıkları maaşı kendi belirleyen, alanında tek sayılabilecek özellikteki CEO’lara direnebilmek;
İş verene karşı, işçinin yanında saf tutup onlara kafa tutabilmek her baba yiğidin harcı değildi.
Tüm bunları Çukurbağ mahallesinde büyüyüp yetişen Abdullah Karacan yapıyordu.
***
Hepimizin bildiği o hikaye;
Hani, sendikanın oturacak bir sandalyesinin bile olmadığı, kayyuma devredildiği o hikaye…
Buz gibi gerçekti.
Rahmetli Karacan işte böyle yoktan var etti Lastik İş Sendikasını.
Bunu yaparken dikenli, engebeli yollardan geçti.
Tehditler aldı, kavgalar etti ama yılmadı.
Ve hali hazırda Türkiye’de imrenilerek bakılan bir sendika yaratmayı başardı.
Gerek işçinin aldığı insanca ücret gerekse sendikanın öz sermaye bakımından geldiği nokta…
***
Kendine ait genel merkez binası, şubeler, sosyal tesisler ve beş yıldızlı oteliyle
işçinin var gücüyle sahiplendiği Lastik İş Sendikası, kendinden büyük sendikaların bile korkulu rüyası haline geldi.
Petrol İş Sendikası’na bağlı Tüpraş işçileri bile bugün Lastik İş Sendikası’na geçmek için zemin yokluyorsa varın gerisini hayal edin.
***
Bu anlattıklarım hepimizin bildiği şeyler.
Abdullah Karacan yaşasaydı Lastik İş Sendikası gücüne güç katmaya devam edecekti.
Ama bugün yeni başkanı tanıdıktan sonra Lastik İş’in başarı çıtasının aşağı düşmeden yoluna devam edeceği konusunda ciddi biçimde umutlandım.
Genel Başkan Alaaddin Sarı bugün yanında sendikanın genel başkan yardımcısı Alperen Şakacı ile ziyaretimize geldi.
Tam iki saat boyunca oldukça verimli bir sohbet gerçekleştirdik.
Bu sohbetten doğan önemli kısımları yarın gazetemizde bulabilirsiniz.
Ben kısaca Başkan Sarı ile alakalı izlenimimi aktarayım.
***
Bir kere Alaattin Bey görüldüğünün aksine çok sıcak ve de samimi.
Sanki uzun süredir tanışıyor ve görüşüyormuşsunuz gibi hissettiriyor.
Kendine de söyledim.
“Başkan, çok naif bir duruşunuz var, Abdullah ağabeyin yanında yetişmişsiniz ama ondan bazı özellikleri eksik almışsınız”
dedim.
Tebessüm etti, çoğu kimsenin onu naif bulduklarını kendi de söyledi.
Ama iki saat süren sohbetin ardından hiçte öyle olmadığı net biçimde anlaşıldı.
Alaaddin Bey öyle ensesine vur lokmasını al cinsinden biri değil.
Bir kere çok alttan yetişmenin verdiği tecrübe ve Karacan gibi rol modeli var.
Kararlı, inatçı, gözü pek…
Karacan’ın vefatının ardından mirasyedi gibi ortalığa düşenlere pabuç bırakmaya niyeti yok!
***
Kendilerine yakışır kanallar bularak, merhum başkanın eski defterlerini karıştırarak,
Oradan Alaaddin Sarı’ya yürümek isteyenleri biz de izliyoruz.
Otelin hemen yanında alınan arsadan tutun daha pek çok konuda Karacan’a çamur atarak,
O dönem mevcut yönetimin içinde bulunan Sarı’yı bu işlerin peşine takmak çok amatör ve hadsiz bir davranış şeklidir.
Bunu yapanları ben şuna benzetiyorum
.
Zengin adamın pusuda bekleyen aç gözlü, bir işe yaramaz akrabalarına benziyorlar.
Ortada yanlış bir iş varsaydı bile bunu söylemek için Karacan’ın ölmesini beklemeleri
Ödlekliktir, basitliktir, insanlıktan nasip almamış olmanın göstergesidir.
Buradan ne devşirmeyi umuyorlar bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa o da Alaaddin Sarı’nın kolay lokma olmadığıdır.
***
Rahmetli Karacan’dan sonra teslim aldığı bayrağı ve taşıdığı sorumluluğu iyi bilen Sarı’nın sendikal alanda neler yapacağıyla ilgilenmek beni daha çok cezbediyor.
Yakında işverenle masaya oturacaklar.
Onun da ifade ettiği gibi işte asıl diplomayı o zaman alacak.
Benim için de bir sendika başkanının karne notunu verme zamanı tam da o andır.
Gerisi laf-ı güzaf..!