Şarbon olayını bir de köylüden dinleyin…!
Birkaç gündür yerel ve ulusal gündemi meşgul eden bir konu var.
Şarbon paniği…
Hatırlanacağı gibi Gölcük’ün Hasaneyn köyünde bir hayvanda şarbona rastlanmış ve yetkililer tarafından köy karantinaya alınmıştı.
Konu çok ilgimi çekse de başka yoğunluklarım sebebiyle tam anlamıyla ilgilenemedim.
Hayır, ilgilenmem lazım çünkü o köy bizim köyümüz…
Kimliğimizde eş durumundan kaynaklı olarak Hasaneyn köyü yazıyor, benimsedik yani.
Hafta sonları uğramadan edemediğimiz, ailemizin de yaşadığı köy orası.
E önemli de bir hastalıktan söz edilince biz de panikledik haliyle.
Günlerdir basında yazılan çizilenleri biliyorsunuz.
Tarım il müdürlüğünün yaptığı açıklamaları da okudunuz.
Ben de buna ilaveten bugün şarbona maruz kalan Akman ailesiyle görüştüm.
****
Hayrettin abi çok öfkeli, sanki şarbonu o bulmuş ve bildiği halde millete bulaştırmış gibi muamele görmekten rahatsız.
İnsanlara meram anlatmak kolay değildir.
Adam teşvikle hayvan almış, alacağına bin pişman olmuş.
Her şey haberlerdeki gibi olmuyor maalesef.
İşin arka tarafını kimse konuşmuyor.
Onlara göre köylünün hayvanı hastalanmış, köylü bunu kesmiş, hayvanlara yedirmiş, hatta kasaba markete satmış falan filan…
Meselenin iç yüzünü bir de Hayrettin abiden dinleyeyim dedim.
****
Kendisi hem şarbona maruz kalmış hem de kimi suçlamalara.
Şu anda Derince eğitim ve araştırma hastanesinde tedavisi sürüyor.
Sağlığı iyi ama keyfi kaçmış bir kere.
Sen sinirlenme abi diyerek, kızını istedim telefona.
Kızı sakince olanları anlattı.
Bu aile daha önce devletin genç çiftçileri özendirmek amaçlı verdiği hayvan desteğiyle 6 tane büyükbaş hayvan almışlar.
Hayrettin abinin kızı, şartlara uygun olarak devletten hibe desteği almış.
Altı tane hayvana birkaç aydır bakıyorlarmış.
Sonra 28 Haziran günü hayvan birden bire yere yatmış ve kalkmamış.
Belli ki hasta.
Doğal olarak Hayrettin abi hemen devletin görevlendirdiği ilgili veteriner hekimi aramış.
Hayvan rahatsızlandı demiş, veteriner de bırakın hayvan ölsün demiş. Öylece bıraktım onları bekledim hayvan öldü. Veteriner geldi yazdı çizdi, etinden numune falan aldı diyor.
Araya kızı Fehime giriyor.
Belli ki hepsi çok üzgün ve gergin.
Abla olayı bir de ben anlatayım dedi ve başladı anlatmaya:
****
“Olay anlatıldığı gibi değil, yok köyü karantinaya almışlar, yok babamın olduğu odayı karantinaya almışlar kimse yanına giremiyor yok bilmem ne değil. Ben ilk günden beri babamın yanındayım.
Doktor da zaten bunun öyle hemen bulaşacak türden bir hastalık olmadığını şarbonla şap hastalığını karıştırdıklarını söylüyor.
28 Haziran günü hayvan normal yürüyüp dururken birden yere yatıyor. Hayvan devletin olduğu için babam tarım il müdürlüğünü aradı, kendi veterinerleri geldi.
Hayvanın öldüğünü söylüyorlar, hayvanı kesiyorlar. Normalde hayvan leş oldu, sonra bunu köpeğe vermek için derin dondurucuya koyuyorlar.
Kimse bu etten yemiyor yani.
Araya girdim ve sordum: Neden imha etmek yerine başka hayvanlara yedirmek için saklıyorsunuz?
Ama babamlar veterinere sormuşlar, sıkıntı yok yedirebilirsiniz demiş ki, burası tam anlamıyla facia !
***
Devam etti….
28 Haziran’da bu yaşandıktan sonra 2 Temmuz günü köyden birinin hayvanı hastalanıyor.
Babamdan yardım istiyor, hayvan iyi değil, gel kes bunu diye. Hayvanı kesiyorlar ve iki gün sonra yani 4 Temmuz günü birden babamın kolu şişmeye başlıyor.
Biz ilk etapta hayvandan dolayı olduğunu anlamadık. Böcek veya arı ısırdı sandık.
Olayın yaşandığı ilk gün babam Gölcük Necati Çelik Devlet Hastanesi’nin acil servisine gitti. Enfeksiyonuna bakmışlar. Normal bir insanda olması gereken oran 0-0,5 aralığı iken benim babamın 0,79 oranında çıktı. Ama ona rağmen doktor babamı eve yolladı.
Kan tahlili yapıldı, çıkan riskli sonuca rağmen doktor bir krem bir hap ile bizi eve yolladı.
Ben özellikle doktora sordum, babamın kolu çok kötü, herhangi acil bir durumda ne yapalım, köyde oturuyoruz, hemen gelemeyiz” dedim.
Gelmenize gerek yok, ilaçlar siz iyileştirir dedi.
Yani burada bir ihmaleden söz ediyor.
***
“Ertesi gün babam ben dayanamıyorum dedi aynı hastaneye gitti. Enfeksiyon bölümü babamı Ortopedi’ye yolluyor.
Ortopedi diyor ki, amca senin burada ne işin var kolunu kaybedebilirsin hemen araştırma hastanesine git diyor bizde Derince’ye geldik.
Sağ olsun oradaki doktorlar hemen kolu kurtarma peşine düştüler. Ertesi gün ameliyata aldılar.
Sonra bizim tanıdık bir doktor var, o babamın kolunun fotoğraflarını gördü.
Babamın hayvancılıkla uğraştığını bildiği için bunun şarbon ile ilgisinin olabileceğini söyledi.
Doktorla görüşmemi söyledi. Doktora olanları anlattım, bir hafta içinde iki hayvan kesti, şarbon olabilir, araştırmanıza bunu da ekleyin dedim.
Araştırdılar ve şarbon olduğu anlaşıldı. Çok şükür durumu iyi.
Normalde deri şarbonu bu kadar büyütülecek bir şey değilmiş ama bizi Gölcük’teki doktorun onca enfeksiyon oranına rağmen taburcu etmesi olayı buraya getirdi.
Sonuç olarak babam iki hayvan kesti bu hangisinden bulaştı bilmiyorum. Ama benim bildiğim ikisinde de şarbon çıkmış.”
***
Evet, Akman ailesinin anlattıkları böyle.
Ortada yanlışlar silsilesini görüyorsunuz, değil mi?
Genç çiftçi diye genç bir kıza arkasını düşünmeden 6 tane hayvan veriyorlar.
O gençler çiftçilikten anlar mı, o hayvanları emanet alacak kadar bilgi sahibi mi, tek başına altından kalkabilir mi bunların hepsi muamma.
Ama asıl garibime giden, tarım il müdürlüğünün görevlendirdiği veterinerin tutumu.
Bu işin yasal maddeleri nedir hiç bakmadım.
Yani devlet hayvan desteğini verirken hayvanın hastalanması durumunda ne gibi yol izlenmesi gerektiği konusundaki şartlarını ben bilmem ama veteriner biliyordur sanırım.
Azcık mantıkla ben de bunu bilebilirim, herkes de bilebilir.
Normali, o hayvan orada ölmüşse hemen imhası gerekir.
****
Öte yandan, hiçbir şey yerli üretim gibi olmuyor.
Devlet genç çiftçilere verdiği bu hayvanları bildiğim kadarıyla yurt dışından getiriyor.
Bunların bakımı da maalesef öyle kolay olmuyor.
O hayvanların aşıları var, sürekli sağlık kontrolleri var, var da var!
Tüm bunları sırf şartlara uyuyor diye genç bir kızın veya erkeğin bilmesi zor, değil mi?
O zaman projenizi takip edeceksiniz.
Sadece “hayvanı satamazsın, izinsiz kesemezsin” gibi şart koymakla bu işler olmuyor.
Evvela eğiteceksin, eğittikten sonra hayvancılığa yatkınlığı ve isteği var mı, onu göreceksin.
Bu iş o kadar kolay olsaydı yurt dışından hayvan getirmezdiniz, yurdun dört yanında hayvancılık yapan köylüye rastlardınız.
Ama maalesef o günler çoktan geçti.
Bu iş artık profesyonellerin işi.
Hayvanı vermekle, hayvanı almakla çiftçi olunmuyor…!