“Bütün umudum kendimde”
Lock'un zihin teorisine göre, insan zihni dünyaya geldiğinde boş bir levhaya benzer.
Boş levha olarak bildiğimiz ve Latince bir kavram olan 'Tabula Rasa' teorisi, insan zihninin doğuştan boş olduğunu ve deneyimlerle bilginin kazanıldığını söyler.
Yani insan, doğduğu günden öleceği ana dek çeşitli tecrübeler silsilesinden geçer.
Yeni insan ilişkileri, alınan eğitimler, okunan kitaplar bu levhaya eklenir.
Her gelen deneyimle zihnin katmanları artar; boş levha şekillenir.
Duyum ve deneyimlerle elde ettiğimiz bilgi, yaşam serüveninde yolumuzu belirlememize yardımcı olur.
Lock'a katılanlar olduğu gibi katılmayanlar da vardır elbet.
Ancak bildiğimiz bir gerçek var ki o da insanın gelişiminin bitmediğidir.
Şayet kişi bile isteye gelişimine ket vurmuyorsa...
Bugün dijitalleşen ve küresel bir köye dönen dünyamızda bilgiye erişmek hiç de zor değil.
Her şey o meşhur cümlede olduğu gibi "Bir tık kadar uzağınızda..."
Evet, bu kadar kolay görünüyor.
Pandemi sürecinde sıkıntıdan sanal müze gezmeye başlamış, dünyanın farklı noktalarına oturduğumuz yerden seyahat eder olmuştuk.
Hal böyle olunca her şeye kolaylıkla ulaşabileceğimizi, çaba sarf etmeden kültürel bir yapı inşa edebileceğimize olan inancımız daha da perçinlendi.
Hani vardır ya 'sohbetlerde entelektüel görünmenizi sağlayacak beş kitap' önerisi işte tam olarak böyle bir yere evrilmeye başladı.
Okumadan okumuş,
Anlamadan çözmüş,
Görmeden deneyimlemiş,
Bilmeden bilmiş gibi.
Bana kalırsa günümüzün en büyük sorunlarından birisi de bu.
Kolay olana meyletmek, emek vermeden ve zaman ayırmadan her şeyde ustalaşmış gibi yapmak rahatsızlığı.
Durum böyle olunca yine çok aşina olduğumuz yere çıkıyor sokaklar;
Niteliksizin sivriliği!
Her şeye uzanan orantısız bir dil, zarafetten uzak ölçüsüz tavırlar ve ne yazık ki 'herkes bana düşman' yanılgısı.
TDK'ye göre cehalet, bilgisizlik anlamına geliyor.
Öğrenim görmemiş, okumamış kişilere ise cahil deniyor.
Burada aklım karışıyor çünkü bugün geldiğimiz noktada öğrenim görmüşle görmemiş arasında pek de büyük bir fark göremiyorum.
Lisans diploması eğitimli olmak ve dünyaya karşı gardını almak için yeterli bir etmen olarak kabul görüyor.
Mezun olmak, iş hayatına atılmak, ekonomik özgürlüğünü elde etmiş olmak ağzına geleni süzgeçten geçirmeden olduğu gibi ifade edebilme hakkını veriyor galiba...
Peki, gerçekten öyle mi?
Sahip olduğumuz diplomalar, eğitim belgeleri tek başına yeterli mi?
Değil, olamaz da.
Zaman zaman ifade ettiğim 'kendini zımparalamak' eylemi her insanın kendi üzerine düşen vazifesidir.
Zımparalanmamış bir birey; hamdır, köşelidir, kabadır.
Sivrilikleri çoktur, orantısı yoktur.
Açık sözlü olmakla pot kırmak arasındaki farkı bilemez.
Esnek değildir, kalıplıdır.
İşçiliği yoktur yani.
İşçiliği olmayan şey ise değerli değildir.
Ne eylemi ne de söylemi etki etmez.
Bunun övünülecek, parlatılacak bir yanı olmadığı gibi olabildiğince saklanıp gizlenilmesinden yanayım.
Montaigne diyor ya, "Herkesin gözü dışarıdadır; ben gözümü içime çevirir, içime diker, içimde gezdiririm. Herkes önüne bakar, ben içime bakarım. Benim işim gücüm kendimledir."
Yine Terentius, "Bütün umudum kendimde" derken ne çok şeyi ifade etmektedir.
Evet, bütün umudumuz kendimizde olsun ve elimizi o çok kıymetli şeyden, aklımızın üstünden çekmeden...