Kalabalık yalnızlık
Bilen olduğu kadar muhakkak bilmeyen de vardır.
Türk Dil Kurumu 2024 yılının kelimesini “kalabalık yalnızlık” olarak açıklamıştı.
Yaklaşık 1 milyon kişinin katıldığı halk oylamasında; kalabalık yalnızlık, merhamet, yabancılaşma, algoritma, yozlaşma, yapay zekâ ve dijital yorgunluk kavramları arasından en çok oyu alan kalabalık yalnızlık seçilmişti.
Bunun gerekçesi olarak 2024 yılında insanların kendilerini kalabalıklar içinde yalnız hissediyor olmaları gösterilmişti.
Sosyal medya ve dijital teknoloji kullanımındaki artış, insanların kendilerini daha da yalnız hissetmelerine neden olurken; sosyal medyada takipçi ve beğeni sayılarının önem kazanması da bir kalabalığın oluşmasını sağlıyormuş gibi görünüyor.
Ancak, görünen o ki bu sözde kalabalık, yalnızlık hissine pek de merhem olmamış; toplumun büyük bir bölümü kendini kalabalıklar içinde yalnız hissettiğini ifade etmiş.
Toplumsal bağların ve aile içi ilişkilerin giderek zayıfladığı bir düzlemde, hızlanan yaşam koşulları da bu döngüyü perçinliyor galiba.
Dostluk, arkadaşlık, akraba ya da komşuluk bağlarının olması iyi bir şey.
İnsanın başını kaldırdığında selam vereceği,
Kapısını çalmaktan çekinmeyeceği,
Mutluluğunu heyecanla paylaşacağı,
İhtiyaç duyduğunda yardım isteyebileceği bir dostunun ve her ne olursa olsun desteklendiği bir ailesinin olduğunu bilmesi şüphesiz insana güven veriyor.
Bir ilişkide köklenebilmek çok kıymetli.
Özellikle belirli bir yaştan sonra yeni ilişkilere, arkadaşlıklara açılmanın biraz daha zor olduğunu düşünecek olursak, çevremizde değer verdiğimiz ve değer gördüğümüz insanların olması hayatı biraz daha tatlı kılıyor.
Malum, kapı herkese sonuna kadar açılmıyor.
Hele ki gönül kapısı o daha zor.
Seçici olmak bir sorun değil.
Frekansın kiminle uyuyorsa onunla olmayı istemek gayet doğal.
Bazen de öyle bir gün geliyor ki frekansının tuttuğu insanla yolunu ayırmak durumunda kalabiliyorsun.
Bu da hayatın başka tarafı.
Uzun diyebileceğim bir süredir içime dönük yaşıyorum.
Çok sevdiğim dostlarım, aile bireylerim olsa da arada mesafelerin olması sık görüşmenin önünde engel olabiliyor.
Ancak buna da alıştığımı söylemek isterim.
Büyük, kalabalık masaları sevsem de bunun benim için sürdürülebilir olduğuna inancım yok.
Açıkçası insanın olduğu her yerde bir noktadan sonra sorunlar baş gösteriyor ve ben kimseyi çürük yanlarını görecek kadar tanımak niyetinde değilim.
Çürüklükleri görmemek için de belirli aralıklarda, en tatlı hallerimizle yan yana gelme taraftarıyım.
İnsan her yerde insan.
Ona büyük anlamlar yüklemek ve yine ondan büyük beklentiye girmek haksızlık gibi geliyor.
İstanbul’u uzun saatler boyunca gezerken, tanımadığım onlarca insanın yanından geçip gidiyorum. Kafamda ise insana, yalnızlığa ve kalabalığa dair düşünceler inşa oluyor.
Kendimi herkesten ve her şeyden bağımsız hissediyor, bir yandan da adımlarıma eşlik eden yanımdaki, arkamdaki yüzlere bakıp gülümsüyorum.
Şüphesiz, iyi ki varlar.
Yaşam düalite üzerine kurulu.
Yalnızlıktan çılgın gibi beslenirken, yine ondan arkana bakmadan kaçma isteği arasında gidip gelmek gibi.
Hem besleyen ve büyüten hem de fazla gelirse kendi kökünde boğup öldüren.
Benim için kalabalık yalnızlık pek bir şey ifade etmiyor, onu fark ediyorum.
Çevremde mecbur kaldığım için katlandığım ya da alttan almak durumunda kaldığım ilişkiler yumağım yok.
Sosyalleşmek, yalnız kalmamak için de kimseyle bir bağa sahip değilim.
Yani gerçek olmayan ilişkiler silsilesinden oldukça uzağım.
İnsan, günün sonunda yalnız bir varlık.
Kendiyle baş başa.
Arada sosyalleşmek, nefes almak istese de dönüp dolaşacağı yer yine kendisi.
Asıl olan içerideki yalnızlık hali.
Oradaki sesleri işitmeye tahammülün yoksa, etrafın kalabalıkla çevrili de olsa gerçeğin değişmiyor.
Ne diyelim hayat kısa, kuşlar uçuyor…