Varaklı kapıların içi boş odaları
İnsan olduğu haliyle, bütün olarak var olmak isteyen bir varlıktır.
Bu bütünlük, bakım verenler, ebeveynler ve toplum tarafından çocukluk yıllarında başlayan belli başlı davranış kalıplarının neticesinde bölünmeye, parçalanmaya başlar.
Sistematik şekilde uygulanan psikolojik eylemler silsilesi, zamanla bireyin özgüven duvarlarının aşınması ve en nihayetinde yıkılmaya yüz tutmasına neden olur.
Özgüveni yerle yeksan olan bir bireyin, “değer” denilen kavrama bakışı da pusludur; net göremez, gerçeklikle bağlantısı duygusal sınırlar arasında gider gelir.
Kendine ve topluma karşı oturmuş bir yargısı vardır.
Yeniden değerini fark edebilmesi, bütün olmasıyla yakından ilintilidir.
Nedir bütün olmak peki?
En temelde olduğumuz halden şüpheye düşmeden, yargılanmaktan korkmadan yani var oluşumuzdan emin olarak yaşayabilmektir.
İnsan kendinden şüpheye düşmeye başlayınca bir kurt gibi kendi kendini içeriden kemirmeye başlar.
Kendinden yer dedikleri…
Öyle bir an gelir ki ilk hali neydi hatırlayamaz bile.
Kendinden şüpheye düşen, değerinden de emin olamaz ve değersizliğin bir sonraki aşaması kabul görmemeye uzanır.
Bu kapılar açıldıkça açılır.
Ruh aç kalır ve tatmin arayışına girer.
Bu arayış kimisinde lüks tüketim, kimisinde statü sahibi olma şeklinde kendini gösterir.
Statü sahibi ya da zengin olmak bir sorun değil ancak sahip olduklarımızı ya da olmuşuz gibi davrandıklarımızı “değer” başlığı altında toplamaya başladıysak, problemler de orada kendini açığa vurur.
Lüksünü gösterme çabası, zengin-miş! gibi yapma tutkusu, hortlayan başarı öyküleri kimlik krizlerinin belki de en aşina olduğumuz yüzleridir.
Tüm bu varaklı varaklı, şatafatlı hallerin altında yatan “değer görme” çabası ise bakanın değil, gerçekten görenin gözüne takılabiliyor.
Ne yapabiliriz, çözümü nedir?
Bana kalırsa her şeyin en temelinde eğitim yatıyor.
Altı doldurulmayan, malzemesi sağlam olmayan her iş, bir an geliyor ve çöküyor.
Değerli olmanın güçle, saygıyla ilişkili hale getirildiği günümüz dünyasında, sosyal medya paylaşımları bu algıyı daha da perçinliyor.
“Var olmak” nicel verilerle anlamlı kılınıyor.
Zaman geçtikçe aşınıyor gibi görünüyoruz.
Oysa, sağlam bir kayadan hangi rüzgâr ne götürebilir ki?
İçi sağlam şekilde doldurulmuş, doygun bir zihin ve ruh kendini ispat rüzgarlarına kapılmıyor, kapılsa da yönünü kaybetmeden yolunu bulabiliyor.
Psikoloji bilimi çocukluk yıllarının önemine son yıllarda daha çok vurgu yapıyor ancak bireyin her şeyin müsebbibi olarak çocukluğu işaret ediyor oluşu yine yaşamın sorumluluğunu alamayışından kaynaklı.
Değeri; maddi kaynaklarla ölçüp biçmek, içinde bulunduğu ilişkilerle yaşama devşirme “kabul” getirme çabası, sadece bir süreliğine değirmene su kaynağı sağlar.
Gerçek, içerideki sesin fısıltısında gizlidir.
Zaman zaman o ses, sesini yükseltir ve fısıltıdan öteye geçer.
Bilirsin ki bütün olmak, nicel verilerin çok ötesinde nitel bir somutluğa sahiptir.
Herhangi bir çabaya gerek duymadan, en doğal halinle varlığını kabul eder ve yaşama akıtırsın.
Saf sevgi dediğimiz şey böyle topraklarda kolayca yeşerir.
Çünkü her şey olması gerektiği gibidir…