Amor Fati
Kuzey Yarımküre’de kış gündönümünü yaşadığımız 21 Aralık, en uzun geceyi ifade ediyor.
Bitmeyecek sandığımız bezdirici yaz sıcaklarından sonra, gelmeyeceğini düşündüğümüz kışa girişimizin geçiş kapısı.
İnsan hayatı gibi…
Geçmeyecek sandıklarımızla, gelmeyeceğine inandığımız mutlu günler arasında gidip gelmek tadında.
Bir şeylerin olacağına, geçeceğine inanmak ya da inanmamak pek önemli değil aslında.
Önemli olan yaptığın şey her ne ise, peşinden beklentiye kapılmadan yaşamaya devam edebilmek.
Biraz bildiğim ve en nihayetinde öğrenebildiğim bir şey varsa o da elinden geleni yapabildiğin kadar yapıp gerisini de sisteme devredebilme inancı.
Sistem herkes için farklı şeyleri çağrıştırabilir. Benim için ilahi olanı, ilahi gücü ve bu gücün yarattığı kusursuz mekanizmayı simgeliyor.
Gücümün yettiği kadarını, aklımın anlayabildiğini ortaya koyabilirim. Daha fazlasını yapmak, olmayanı zorla almaya çalışmak gibidir.
“Senin olan seni bulur”a inanırım bu sebeple. Öyle oturduğun yerden değil elbette ama daha fazla güç uygulayarak da değil.
İnançlarımız, kalıp yargılarımız bir yerde kilit noktalarımızdır.
Limitli inanç, limitli yaşam anlayışını,
Kıtlık bilinci, paraya ve bereket alanlarına olan dar bakışı…
İnsan daha fazlasının, daha farklısının olabileceğini düşünemiyor. Kendini uzun süredir tekrarlayan döngülerin içinde buldukça, başka şekil bir akışın olabileceğini mümkün görmüyor.
Bu da kendi içinde bir konfor alanı. Tutunulan, kanıksanan, tanınan bir arkadaş gibi.
Kötü de olsa bildiğin, “benim” dediğin, sana getireceklerini, verebileceklerini az çok tahmin ettiğin güvenli rotan.
İnsan her ne kadar şikâyet edip söylense de aynı zamanda buralardan besleniyor da.
Yılın bu geçiş gününde, gece kadar uzun olmasa da hatırı sayılır bir düşünmenin içinde buluyorum kendimi.
2024’ü tamamlamaya az bir zaman kala ben de birçokları gibi içsel muhasebemi yapıyorum.
Ne yaptım? Neler yaşadım? Kimlerle bir araya geldim ve ne oldum?
Neyi hedefledim ve bu hedefler gerçekten bana uygun muydu?
Şu an ne hissediyorum?
İçinde bulunduğum hayattan memnun muyum?
Kendimden razı mıyım?
Kendimle huzurlu muyum?
İç rahatlığıyla sordum ve kendimden cevaplar aldım. Tüm aksaklıkları ve tüm yolunda olma halleriyle yaşamımı, kendimi evetliyorum.
Diğer türlüsünü de denedim, pek benlik olmadığını anladım.
Hepimizin bu deneme yanılma yolculuğunda edindiği tecrübeler, öğretmenin ta kendisi oluyor. Öğretmen, öğrenci öğrenemediğinde onu dersi alttan almaya mecbur kılıyor. Ta ki sen, onun gerçekten ne demek istediğini duymaya hazır olana dek.
“Öğrenmem için bu kadar zorlanmam gerekli miydi?” sorusuysa genelde “evet” oluyor. Anlaman için zorlanman gerekiyorsa, dersin içeriği de sana göre hazırlanıyor.
İnsan yaşamı öğrenerek ve öğreterek geçiyor. Her zaman farkında olmuyoruz ancak eylemlerimizle her an yeni yaratımlar halindeyiz.
Ve bir yerlerde, birilerinin akışlarına doğrudan ya da dolaylı şekillerde etki ediyoruz. Birilerinin imtihanı olurken bazen de birileri bizim imtihanımız oluyor.
Mevsimler gelip geçiyor, insan yaş almaya devam ediyor. Masalar kuruluyor, masalar toplanıyor. Zaman zaman masadan kalkanlar oluyor. Herkes zamanı geldiğinde sandalyesini geriye doğru çekip kalkıyor; sohbet bitiyor.
Neden gidiyorsun?
Neden bunları yaşıyorum?
Niçin böyle oluyor? Gibi sorular hayatı kolaylamıyor.
Yaşam sana ya da bana karşı gelişen bir şey değil. Zamanın kimseyle alıp veremediği bir derdi yok.
Hayat tam olarak böyle bir şey.
Bir an çok mutluyken, bir an geldiğinde çözmen gereken bir sorunla karşı karşıya kalabiliyorsun. İşte yaşam, onu her haliyle kabul edebilmek; kaderini sevmektir.
Amor Fati.
Yazgını sev.