Yeryüzüyle iletişim

Esra Aydın

Esra Aydın

Tüm Yazıları

Şimdilerde ya da bu çağda kabalığın, nezaketsizliğin ve niteliksiz gücün kazandığına inanıyor olabiliriz.

İnceliğin geride kaldığını, ayrıntıların yok olmaya yüz tuttuğunu düşünebiliriz.

Ancak her çağda ince, güzel ve hoş olan şeyler oldu, olmaya da devam ediyor.

“Herkes böyle canım” güzellemesi ise olsa olsa kolaya kaçış ya da yaptığı şeylere kılıf bulma bahanesi.

Kaldı ki bir tavrın çoğunluk tarafından kabul görüyor ya da sergileniyor olması onun doğru olduğu anlamına gelmez.

Ormanda yürüyüş yaptığım bir gün, iki hanımefendiyle karşılaştım. Ellerinde büyük bir çekirdek paketi vardı. Bir yandan çıtırdatıyorlar diğer yandan çevreye atarak yürüyüşlerini gerçekleştiriyorlardı. Yanlarında ise dört ya da beş yaşlarında bir erkek çocuğu vardı. Normal şartlarda uyarıda bulunan biri değilim ama o gün, küçük bir çocuğa örnek olmamaları için kendimi tutamadım ve şöyle cümleye girdim, “Merhaba, ne güzel yürüyorsunuz ama keşke yediklerinizi yere atmasanız” dedim.

Kadın durup, “İyi de nereye atalım?” gibi enteresan bir cevap verdi.

Ben böyle bir sorunun gelmesini beklemediğimden birkaç saniye sorunun ciddi sorulup sorulmadığını anlamaya çalıştım.

“Yanınıza poşet almaktansa yere atmayı uygun buldunuz yani?” dedim.

Ancak her bir soru ve cevap bir öncekinden daha ilginç bir yere doğru gitmeye başlamıştı.

“Bu ne ki? İnsanlar neler neler atıyorlar!”

Yetişkin bir bireyin yaptığı eylemi haklılaştırma çabası karşısında öyle tuhaf oldum ki kendi gerçekliğimi sorguladım.

Sadece, “Herkesin yediğini içtiğini yere atıyor olması, sizin de bunu yapmaya hakkınız olduğu anlamına gelmez. Bırakalım bu doğal sistem, bizden sonra da var olmaya devam etsin” cevabını verebildim.

Onlar benim yaklaşımım anormalmiş gibi şaşırdılar, ben de onların kolaya kaçan davranışına.

Dünyanın yalnızca insanlar etrafında dönüp şekillenmediğine, insanlığın dışında tüm canlılara ve yaşam formlarına bir konak olduğuna inananlardanım.

Canlı veyahut cansız diye bir sınıflandırma yaparak değil bu inanç.

Nehirlerin, çağlayanların, alabildiğine uzanan gökyüzünün, toprağın bilgeliğine duyduğum ve hissettiğim bir inanç.

Doğayla bütünleşik olmanın, onu duyumsamanın ve akış içindeki görünmez birlikteliğin gücüne yürekten gelen bir inanış benimkisi.

Hal böyle olunca kendin dışındaki her şeye saygı ve sevgi duyabiliyorsun.

Canın istediği veya hoşuna gittiği için bir çiçeği dalından koparmayı kendine hak görmüyorsun.

Korktuğun ya da hoşlanmadığın için bir böceğin yaşam hakkına girmiyorsun.

Birçok şeyin kabalaştığı ve artık bunun normal görüldüğü bir düzendeyiz gibi gelebilir ancak öyle değil.

Yaşam seçimlerden ibaret.

Yaparsın ya da yapmazsın.

Durursun veyahut devam edersin.

Her eylemimiz bizi ve şüphesiz seçimlerimizi yansıtıyor.

Gerçekten durup ince şeyleri düşünmeye vaktimiz mi yok?

Yoksa üstünkörü davranmanın kolaycılığı tarafından ele mi geçirildik?

Zahmetli ve yorucu görünebilir ancak zarafetin büyük bir ışığı var insana yansıyan, insanı güzelleştiren.

Bu ışık bir süre sonra insanın halet-i ruhiyesine siniyor, onunla bütün oluyor.

En başta zorlayan hatta belki işlerin uzamasına neden olan tüm eylemler, doğal bir sürecin parçası oluyor; insana yük olmaktan çıkıyor.

İnsanlarla, hayvanlarla ve doğayla olan ilişkimizi belirleyen böylesi bir iletişim şekli, doğalımız oluyor.

Her sabah beslenmek için bana seslenen kedi dostlarımdan,

Suyu az kaldığı için yapraklarını aşağı bırakan bitkilerimden,

Zihnimi dengelemek için beni meditasyona davet eden bedenimden öğreniyorum kendimle ve tüm diğer şeylerle nezaketli iletişim kurabilmenin önemini.

Patır kütür bodoslama dalmadan biraz durarak ve gerçekten doğru olanı yapıyor olduğumuzdan emin olarak hareket etmek çok zor değil.

Bunların hiçbirine “aşırı incelik” ya da “fazla düşünülmüş şeyler” gözüyle bakamayız.

Zımparalanması ve parlatılması gereken davranışlarımızı “hassaslar” kategorisine alamayız.

Biraz inceliğe, kıyı köşe düşünülmüş ve tartışılmış eylemlere ihtiyacımız var.

David Wagoner’in de dediği gibi,

“Hiçbir ağaç birbirinin eşi görünmez kuzguna, Hiçbir dal birbirine benzemez çalıkuşu için. Bir ağacın ya da çalının yaptığının farkında değilsen, kesinlikle kaybolmuşsun. Sakince dur. Orman bilir nerede olduğunu. Onun seni bulmasına izin vermelisin.”

Ruhumuzla yeryüzü arasındaki muhabbete izin verdiğimiz bir hafta olsun…