Çürüme
Maalesef elim çocuk edebiyatında severek okuduğum bir kitap üzerine yazmaya gitmedi yine. Epey zamandır zorlanıyorum, eminim bu ülkede yaşayan milyonlarca insan da benim gibi. Pek çok sorun birikti toplumda ve artık nefes almak zorlaştı. “Narin” olayı, kısacık bir süre sonra Sıla bebek, ardından iki kadının katledilmesi, Van’da aniden ortadan kaybolan ve bir süre önce cesedi bulunan Rojin derken daraldıkça daraldık. Elbette bunlara ilave maalesef ama maalesef çok daha fazla isim ve durum var. Hayvanlara yapılanlar, taciz, tecavüz ve şiddet olaylarının en sert halleri. Kendinden zayıf olana tavrındır ya senin karakterini belirleyen; işte tam da bu nedenle aslında ilk başta o masum canlara kıyanlara en sert perdeden cezalar verilip, uygulanmalıydı. İşin ucu orada kopmaya başlıyor. Hayvana yapılan eziyet misliyle bebeğe, çocuğa, kadına dönüyor ve bu dönme hali toplumsal zedelenmelere neden oluyor. Daha kötüsü olamaz dediğim anlarda maalesef son birkaç haftada yeni kötüler eklendi. Yeni doğan bebeklerin ölüme terk edildiğine dair haberlerle allak bullak olduk hepimiz.
Bir süredir işinin uzmanı kişilerle söyleşiler yaparken varolan sorunlara nasıl çözüm üretilebilir üzerinden konuşmaya ve bunu kamuyla paylaşmaya çabalıyoruz kurum olarak. Bu söyleşilerde madde kullanımının nasıl arttığını, çocuk taciz ve tecavüzlerinde ne durumda olduğumuz, lohusalık halinde yaşanan değişimler, zorbalık, ergenlik ve daha bir sürü şey konu oldu bize. Topluma dair ne varsa konuşmaya çalıştık ve devam ediyoruz. Lohusalık mesela; başlı başına fiziksel ve duygusal bir süreç. İki çocuk doğurmuş bir kadın olarak, onu korumak ve hayatta kalmasını sağlamak için nasıl üstün bir emek harcandığına şahidim ve benzer deneyimler geçirdim. Onun nefes alıp almadığını defalarca kontrol edersiniz ilk zamanlarda. Sonra eliniz sertse onun tenine zarar gelmesinden endişe ile, hemen kremlere sarılırsınız mesela. İlk çocuğumda odasına telefon almamıştım, radyasyona maruz kalmasın diye. Emzirmek için iki saatte bir uyanıp onu beslemeye çalışırsınız mesela. Tüm duygu durumu değişimlerini yaşarsınız ama onun tek bir gülümsemesi dünyalara bedel olur mesela. Tüm bunlar eğer bebeğinizi katillere kaptırmadıysanız ve eve sağlıkla gelebildiyseniz olur. Ama son olaylar, haberler kanımızı dondurdu. Nasıl kıyarsınız o mis kokulu bebeklere? Nasıl bir vicdansızlık örneğidir bulaştığınız suçun içeriği? Nasıl bir çürümedir ki, bir anneyi bebeğinden, ailesinden ayırmaya bedel biçersiniz mesela? Anlayamıyorum, akıl sır erdiremiyorum. Narin’deki tüm saçmalıklara erdiremediğim gibi. Sıla bebekte yaşanan şiddete erdiremediğim gibi. Ama bebek ya bebek, mis kokulu bebekler… Her şeyi geçtim de, insanda hiç korku olmaz mı ya, o bebeklerin ahında boğulmaktan zerre endişe duymaz mısınız? Tüm kaideleri kenara bırakın, hiç mi insanlığınızdan utanmazsınız?
Eğitim sistemindeki sorunlar, okullarda yaşanan şiddet ve zorbalıklar, toplumsal şiddet, taciz ve tecavüzler derken bence silkelenmenin zamanı geldi de geçiyor. Toplumun tüm katmanları ile yönetsel bazda yer alan herkesin, siyaset üstü olarak tamamen ülke sorunlarına dönüp onlar için politika üretmesi artık şart. Bu şekilde yaşanmaz. Bu korkularla baş edilemez. Bizler bu toplumun parçası olarak ve ülkenin vatandaşları olarak tüm bu kötülüklerin dışında, güven içinde, huzur içinde çocuklarımızı büyütebilmeliyiz. Bunun bir davranış, yaşama şekliyle ilgilisi yok, olsaydı hayvana tecavüz edilmezdi. Tam da bu nedenle artık bu şiddete bir dur demenin zamanı geldi. Yazacak daha iyi konularımız vardı, küçük şeylerden de mutlu olabiliyorduk ama son dönemdeki yaşanan çürümenin bizleri hasta etmesi kolaylaştı. Hasta bir toplum olmaktansa hepimizin seçilmişlere, yöneticilere taleplerimizi dillendirmemiz gerekiyor artık. Ben bir anne ve kadın olarak; bu olaylarda payı olanların adilce yargılanma sonrası en yüksek perdeden ceza almalarını istiyorum. Ailelerin ahı, o lohusa kadınların memelerinde biriken her damla anne sütünün hatrına herkes hesap vermeli. İlgisi, dahli olan herkes adilce yargılanmalı. Bizler Anadolu masalllarıyla büyüdük, çocuklarımıza onları anlatırken bulduk kendimizi. Oradaki iyiyin galip geldiği yerlerde soluk aldık. Aile dizileri ve filmleriyle yoğrulduk. O aile dizilerinde dayanışma, iyilik ve empati vardı. Şimdikilerde toplumun yansımaları hakim. İşte tam da bu nedenle topyekün bir sirkelenme diyorum. Diziler, gündüz kuşağı programları, filmler, sosyal medya paylaşımları ile herkes biraz daha fabrika ayarlarına dönmeli. Bu kendi kendine olmayacağı için buna uygun politikalar üretilmeli. Özendirici olumsuz yayınlardan kaçınılmalı ve toplumu iyileştirme herkesin kalben istediği bir şey olmalı. Yoksa bunca kötülükle baş edemeyiz. Bu ülkede ve toplumda daha iyi şekilde yaşamak mümkün ve o mümkün için sadece içimi dökmek istedim.