‘Bağış’lama!

Yılmaz Karabıyık

Yılmaz Karabıyık

Tüm Yazıları

Kahramanmaraş’da meydana gelen, 10 ilimizde büyük yıkıma ve on binlerce can kaybına neden olan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler hem canımızı yaktı hem de bize birliği, beraberliği, sarılmayı hatırlattı…

Kutuplaşmış, siyasilerin söylemleriyle birbirlerini bir kaşık suda boğacak insanlar haline gelmişken, acıda birleştik yine… Şucu bucu demeden topyekun bir seferberliğin içine giriverdik. Vicdan ve merhamet sahibi her insan, oradaki acıyı yüreğinde hissetti, canlarını, evlerini, eşyalarını, işlerini kaybeden insanlarla empati kurdu. Türkiye’nin her ilinden kurtarma ekipleri, gönüllüler deprem bölgesine koştu, enkazlarda kendi canlarını hiçe sayarak sağ insan çıkarmak için çalıştı, çabaladı. Milyonlar bölgeye gerek kıyafet, gerek battaniye, gerek erzak ve benzeri malzemeleri ulaştırmak için bu yardımları toplayan dernek ve kurumlara koştu, Kızılay kan merkezlerinin önü kan vermek isteyenlerle dolup taştı.

Depremden bir hafta öncesine kadar ucuz et kuyruklarının haberini yaparken, 6 Şubat’tan sonra iyilik kuyruklarının haberini yapar olduk bir anda. Ayın sonunu getiremeyen vatandaşların, az çok demeden bağış yapışına şahit olduk. O küçücük canların, kumbaralarındaki paraları, oyuncaklarını depremzedelere gönderişini izledik.

Bu bizim için ilk değildi, aynı manzaraları, 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde de sonrasında yıkıma neden olan farklı illerdeki depremlerde de izlemiştik. Biz her depremde yıkıldık ve her depremde birbirimize sarıldık, boş siyasi gündemlere ara verdik, birbirimizi ayağa kaldırmak için ‘bir’ olduk. Gönül isterdi ki güzel günlerde bir olalım, birlik olalım. Gönül isterdi ki her depremde yıkılmayalım, ayakta kalalım. Gönül isterdi ki tüm müteahhitlerimiz de onlara onay verenler de onları denetleyenler de insan olsun, insanlığı göz göre göre ölüme itmesin. Sağlam binalar dikmelerini isterdik, koca koca mezarlar değil. Ama olmadı. Biz hep yıkıldık ve yıkıldığımızda birbirimize sarıldık.

Bu kez çok daha büyük bir felaketle karşı karşıyayız. Dile kolay, üst üste iki büyük deprem ve yıkılan 10 şehir. On binlerce bina kullanılamaz hale gelmiş, ölü sayısı 40 bini aşmış. Yaralı deyip geçtiğimiz, kurtulduklarına şükrettiklerimiz içinde ise belki de binlerce engelli kalacak insan var… Neresinden baksanız ihmal, neresinden baksanız acı!

***

Evet yıkıldık, evet yine sevdiklerimizi enkaz altında bıraktık ama hayat devam ediyor…

Yaralar, bir şekilde sarılacak, bir şekilde bu şehirler ayağa kaldırılacak.

Bu yıkımın acısıyla yüzleştik, sırada maaliyeti ile yüzleşmek var…

Öyle ufak tefek bir maaliyet değil bu…

Kaç milyar dolara bu şehirler tekrar inşa edilecek henüz belli değil…

Şimdilik konteyner ve çadır kentlerin kurulması, buradaki insanların ihtiyaçlarının giderilmesi için bir seferberlik söz konusu.

Depremin ilk gününden bu yana AFAD, Kızılay ve devletin bu kurumları dışındaki derneklere bağış yağıyor. Tüm bunlara ek, geçtiğimiz günlerde “Türkiye Tek Yürek” adı altında ünlülerin katılımıyla televizyon kanallarından canlı yayınlanan bir bağış kampanyası gerçekleştirildi. Bu kampanyada milyonlarca liralık bağışlar yapan iş insanları da vardı, maaşından artırdıklarını, kumbarasında biriktirdiklerini bağışlayanlar da. Onca acının içinde Türk milletinin ne kadar güzel bir millet olduğunu gördük bir kez daha.

Ancak tüm televizyon kanallarında yayınlanan bu kampanyada benim ve benim gibi milyonların dikkatini çeken bir şey vardı, o da devlet kurumlarının yayına bağlanıp bağışta bulunduklarını açıklamalarıydı. Evet, devletin kurumları, bakanlıklar, devlet bankaları, “Türkiye Tek Yürek” adlı kampanyaya adeta para yağdırdı! Yağdırdı yağdırmasına da niye yağdırdı, neden bunu canlı yayında çıkıp bağış olarak göstermeye kalktı anlamak güçtü. Yaraları sarmak zaten devletin görevi değil mi? İnsanlar, “Deprem vergileri ne oldu?” diye sormadan, bu kampanyaya bağış yapmadı mı? Bu bağışlar, devletin kurumu olan AFAD ve Kızılay’a gitmiyor mu? Ee gidiyor! Zaten, bu onların görevi. Devlet, zaten millet için var. Peki o zaman, devletin devlete bağışı size de garip gelmedi mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, çıkıp “1 yılda buradaki konutları tamamlayacağız” demedi mi? Dedi… Yani milletten bağış toplasınlar, toplamasınlar devlet, orada o binaları yapacak, yapmak zorunda. Milletten bağış toplansın, toplanmasın yıkımın yaralarını sarmak durumunda devlet, enkazı kaldırmak zorunda. Lakin, millet olarak bizler çorbada tuzumuz olsun, devletimizin, depremzedelerimizin yanında olalım diye yaparken bağışları, devlet kurumlarının yöneticilerinin çıkıp, kendi cebinden verirmişçesine bölgeye ayrılan bütçeye “Bağış” demesi, tüm Türkiye’nin kilitlendiği ekranlarda olsa olsa kusur örtmek olur!

***

Bağışı millet yapar, devlet ise görevini yerine getirir” dedik…

Ama hükümet “Bağış” kelimesini kullanamaz diye bir şey yok!

Depremden önce kullanılması en gerekli kelimeydi “Bağış”…

Deprem bölgelerinde tüm binalar denetlenebilir, devlet desteğiyle güçlendirmeler yapılabilir, fay hattı üzerinde olan ya da depreme dayanıklı olmayan evler yıkılarak, devlet desteğiyle şehirler 20 yılı aşkın süredir iktidarda olan hükümet tarafından zaman varken dönüştürülebilirdi…

İmar barışlarıyla kaçak yapılara tapu bağışlamak yerine hükümet, yıkılmayacak şehirler bağışlanabilirdi insanlara.

Canları bağışlanabilirdi bu insanlara…

Sevenleri bağışlanabilirdi depremden sağ kurtulanlara…

Deprem öncesi anlamlıydı hükümet için “Bağış” kelimesi…

Doğru zamanda kullanılsaydı anlamlıydı…

Şimdi hükümet çıkıp da kullanacaksa illa ki bu kelimeyi, halka, “Şehirlerimizi depreme hazır hale getiremedik, bizi ‘Bağış’la” demek için kullanabilir!

Diğer türlü gerçekten yakışmıyor “Bağış” kelimesi ağızlarına, garip kaçıyor!

***

Bu söylediklerim sadece mevcut iktidar için geçerli değil elbet, geçmiş, mevcut ve gelecek tüm iktidarlar için geçerli. AKP de iktidara gelene kadar geçmiş ve mevcut iktidarların şehirleri depreme hazırlamayışını eleştiriyordu. O da sorumlu olarak mevcut iktidarları görüyor, gösteriyordu. Şimdi aynısını muhalefet yapıyor. Ama lafla olmaz bu işler, olmadığını gördük, acı bir şekilde test ettik defalarca. Ortaya bir eylem planı, bir program koymaları, göreve gelirlerse de acilen bu planı hayata geçirmeye başlamaları lazım. Çünkü artık bir gün bile kaybetme lüksü yok bu ülkenin. İstanbul gibi bir mega şehir için büyük bir deprem beklentisi hep bir kenarda duruyor. Her deprem sonrası olduğu gibi bu deprem sonrası da İstanbul konuşuluyor. Sosyal medyada dolaşan bina fotoğrafları korkunç durumda. Açıklanan riskli bina ve muhit sayısı ürkütücü. Bize yıkılmayacak bir İstanbul’u nasıl bağışlayacaklarını anlatmaları gerekiyor gelecek olan iktidarın… Bize yıkılmayacak bir Kocaeli’yi, yıkılmayacak bir İzmir’i anlatmaları gerekiyor. Bize tek bir şehrinde yıkım olmayacak Türkiye’yi anlatmaları gerekiyor. Zaman kaybetmeden, her an deprem olacakmış gibi işe koyulmaları gerekiyor. Bize, depremden sonra bağış toplayacak, bağış yapacak, yara saracak iktidarlar değil; depremden önce deprem riski olan bölgeleri depreme hazır hale getirmek için var gücüyle çalışacak, bizlere sevdiklerimizi bağışlayacak, bizlerden deprem korkusunu söküp alacak, deprem sonrası sarılmasına gerek duyulacak yaraların açılmasını engelleyecek, bizi enkazdan çıkaracak değil, enkaz altında bırakmayacak, yöneticiler, iktidarlar gerek!

***

Şimdi bunun sırası mı?” diye tepki gösterebilirsiniz yazdıklarıma belki ama kusura bakmayın, tam sırası! 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminden bu yana “Unutmadık, unutturmayacağız” diye denize çiçek bırakmaktan öteye gidemediyseler eğer, hala benim kentimde ağır hasarlı binalar yeni yeni yıkılmaya başlanmışsa, İstanbul’da olası bir depremin yapacağı yıkım hesaplanır olmuşsa, bunları yazmanın, konuşmanın tam sırası…

Meydana gelen deprem, 10 şehri yıkmışsa, ülkeyi yönetenler, “1999 öncesi yapılan binalar yıkıldı” diye sorumluluktan kaçıyorsa, tam sırası…

Oturduğumuz bina yeni ve sağlam bile olsa şehir merkezinde girdiğimiz bir dükkanda depreme yakalanıp ölme ya da sevdiklerimizin ölme ihtimali varsa hangi zamanı bekleyeceğim ben konuşmak için?

Defalarca depremlere hazır olmadığımızı, kentimiz ve İstanbul üzerinden örneklendirerek anlatmışsam yazılarımda, dikkate alınmamışsam diğer yazarlar gibi, muhalefet gibi, deprem uzmanları gibi; şimdi neden üç maymunu oynayacağım ben?

Bağışlayın, kusura bakmayın ama bugün susmanın değil, konuşmanın tam ama tam sırası…

Yoksa sıra bize de gelecek!