Tarikatların iktidarı

Arzu Yalçın

Arzu Yalçın

Tüm Yazıları

İsmailağa Cemaati’yle tanışıklığım İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci olduğum 1994 yılına kadar gidiyor.

O zamanlar Fatih Çarşamba’da Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kendi personelinin çocukları için bir yurt binası vardı. Ben de o yurtta kalan öğrencilerden biriydim.

Fatih Çarşamba’nın en dikkat çekici yanı kadınların büyük çoğunluğunun çarşaflı, erkeklerin ise şalvar, cübbe sarık ve ellerinde asa olan kılık kıyafetleriydi. Halen de öyledir.

Kısa süre sonra Çarşamba’da İsmailağa Cemaati’nin etkin olduğunu ve bu insanların da cemaat mensubu olduklarını öğrendim.

1990’lı yıllarda cemaatler ülkemde cirit atıyordu. FETÖ desen zirveye adım adım ilerliyor, üniversiteye kadar ağına düşüremediklerini kalacak yer, yemek ve iş imkanı vaadiyle ağına düşürüyordu.

Bir yandan üniversitede hukuk okumaya çalışırken bir yandan etraftan gelebilecek olumsuz her türlü olaydan, sağ sol siyasetinden, tarikatlardan kendimi korumaya çalıştığımı hatırlıyorum.

Fatih Çarşamba’da o zamanlar yurtta kalan öğrenciler dışında başı açık kız çocuğuna rastlamak mümkün değildi.

Aradan geçen 28 yılda durum daha da vahim hale gelmiş…

Geçen hafta bu cemaatin önde gelenlerinden Hiranur Vakfı'nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel'in kızını 6 yaşında evlendirmesi basına yansıyınca olayın yankıları da halen devam ediyor.

Olayda H.K.G adlı 1998 doğumlu kız çocuğu 6 yaşında iken aynı cemaatten 29 yaşındaki K.İ ile imam nikahıyla evlendiriliyor. Çocuk hiçbir şeyin farkında değilken öz anne ve babası tarafından cinsel istismara maruz bırakılıyor. Olay yıllarca devam ediyor, kız çocuğuna bu bir oyun gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ama çocuğun yaşadığı acı ve ızdırap onun bu durumun normal olmadığını anlamasıyla işkenceye dönüşüyor.

Hele bir annenin kendi öz evladına altı yaşında bile bile evlilik adı altında yaşattıklarını hiçbir şekilde aklım kabul etmiyor. Üstelik 14 yaşında annesiyle hastaneye gittiğinde doktor olayı fark ederek polise haber veriyor. Çocuk ve annesi yetkililere kendilerine öğretilen şekilde kızın 17 yaşında olduğunu söylüyorlar. Adli Tıp’ta yapılan kemik incelemesinde 21 yaşında bir kızın örnekleri alınıyor. Yapılan sahteciliklerle olayın üstü o dönemdeki savcı tarafından kapatılıyor.

Nerden tutsanız elinizde kalan bir kokuşmuşluk!!!

Devlet görevlileri eliyle tarikatlar korunup kollanıyor!!!

Şarşırdık mı?

Pek değil, zaten uzun süredir bildiğimiz hikayeler…

H.K.G sosyal medyadan ve radyodan duydukları ile gerçeğin suç ve istismar olduğunu anladığında şikayetçi olmayı deniyor. Ancak kör ve sağır olan bazı makamlar olayın üstünü kapatıp mağduru daha da mağdur etmeyi tercih ediyorlar.

Aslında istismar kelimesi işlenen suçu basit gösteren çok hafif bir tabir.

Suçun fiziksel ve psikolojik boyutlarıyla ağırlığını hafifletmeye çalışan, adeta suça karışanları koruyan ve ezmeyen bir ifade şekli…

Oysa başta çocuklar olmak üzere kaç yaşında olursa olsun mağdura hayatı boyunca unutamayacağı acı ve ızdırap çektiren belki de en ağır suç olduğu herkesin malumu…

Bu olayda daha okul öncesi çağında bir çocuğun ailesi tarafından dini bir takım saiklerle yapılmış gibi göstererek evlendirildiği şeklinde işlenmiş olması ayrı bir boyutta irdelenmesi gereken çok ağır bir din istismarı…

Ayrıca devletin bu çocuğu hiçbir şekilde arayıp sormaması, “nerede, nasıl, neden okula başlamadı” diye araştırmayıp silsile halinde bir çok hatanın, eksiğin, yanlışın yer aldığını da görüyoruz.

H.K.G yıllar sonra ortaya çıkıp tekrar şikayetçi olarak olayın ağırlığı altında kalan ruhunu ve bedenini kurtamaya çalışırken belki onlarca kız çocuğu da aynı şekilde yaşamaya devam ediyor…

Sadece kız çocukları değil, erkek çocukları da dini eğitim adı altında pek çok kurumda istismara uğradıkları halde devlet yetkilileri Ensar Vakfı örneğinde olduğu gibi kurumlar zarar görmesin diye “münferit olay yada bir kereden bir şey olmaz” deyip, olayların üstünü kapatmayı tercih ettiler.

Bunun altında Türkiye’de iktidarların cemaatlerle olan güç ve menfaat ilişkilerinin yattığı su götürmez bir gerçektir.

Laikliğin din ve devlet işlerinin birbirinden kesin bir şekilde ayrılması, hiçbir dini grup veya görüşün devlet yönetimine egemen olmaması anlamına geldiği unutulmamalıdır.

Atatürk’ün dediği gibi “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.”

Bu çizgiden şaşınca ülke “tarikatlar iktidarında” yıllardır türlü çeşit belaya gark oldu.

Suçu ve suçluyu kayıran değil,

Her türlü güç odağından bağımsız iktidar ve

Yargı bu ülkenin olmazsa olmaz en temel ihtiyacıdır…

İşte bunların olmadığı yerde ne din, ne vicdan, ne de ahlaki değer kalmaz!!!