Doç.Dr. Karabulut uyardı: 2000 öncesi yapılan okullar risk taşıyor!
Eğitim-Sen Kocaeli 2Nolu Şube Başkanı Doç. Dr. Savaş Karabulut, 2000 yılı öncesi yapılan okulların çok büyük kısmı ya göçme sorunu ya da çok büyük hasar alacağını ifade ederek acilen bu konuyla ilgili olarak bir adım atılması gerektiğini ifade etti.
Eğitim-Sen Kocaeli 2 Nolu Şube Başkanı ve aynı zamanda Gebze Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Savaş Karabulut ile bir röportaj gerçekleştirdik. Doç. Dr. Savaş Karabulut ile “okulların depreme dayanıklılığını, ‘ Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adı verilen yeni müfredatı, ÇEDES projesini ve cemaatlerle yapılan protokolleri ve son olarak öğrencilerin ücretsiz beslenmesi ile son dönemlerde okullarda yaşanan Hijyen sorunu” üzerine konuştuk.
Kendinizi biraz tanıtır mısınız?
Doç. Dr. Savaş Karabulut: Ben, Doçent Doktor Savaş Karabulut. Gebze Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünde Öğretim üyesiyim. Daha önce İstanbul Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Sismoloji ABD ‘da görev yapıyordum. Uzmanlık alanım Deprem bilimi. Deprem-zemin-yapı etkileşimi üzerinde çalışıyorum. Aynı zamanda İşçi sağlığı ve iş güvenliği, Afetlerde kriz yönetimi ve Asbest söküm uzmanıyım. Yüksekte çalışma, yangın ve ilk yardım konularında da eğitimi veriyorum. 2023 Kasım ayından beri Eğitim-Sen Kocaeli 2 Nolu Şubesi Yürütme Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyorum. Bu göreve talip olmadım eski dönem şube yürütme kurulu üyesi mücadele arkadaşlarım “sendikal mücadele” görev almam gerektiği konusunda teklifte bulundular ve sınıf mücadelesinin ana omurgası olan sendin yürütme kurulu üyeliği görevini de “görev bizim için kutsaldır” diyerek şube yürütme kurulu öğretmenlerimizle birlikte dinamik bir şekilde çalışıyoruz. Sendikal mücadele sürekliliği olan bir bayrak yarışıdır. Hem sendikada, hem de üniversitede “özlük haklarımız, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile iş barışının sağlanması” açısından örgütlü olduğumuz; valiler, kaymakamlıklar, il/ilçe milli eğitim müdürlükleri, ve üniversite rektörlükleri ile görüşüp çalışanlarımızın yaşanan sorunlar başta olmak üzere, üyelerimizin tüm demokratik hakları ve sendikal hakları sorunları için birlikte mücadele ediyoruz. Eğitim ve Bilim Emekçilerinin Sendikası olarak son dönemde de sizlerin de takip ettiği bir “sınıf okulu” başlattık. Bir eğitim sendikası olarak “eğitim şarttır” diyerek bu sınıf okulu oluştu. Bu okul sınıf işçi sınıfının, kamu emekçisi veya fabrika işçisi ayrımı yapmaksızın, aynı sofrada buluşup “birleşik emek mücadelesini” kurmak içinde konunun uzmanı aydın, yazar ve akademisyenlerden dersler veriyoruz. İlk iki haftada ; gerici müfredata karşı Eğitim-Sen’in Halkçı Eğitim Müfredatını, Devrimin, karşı devrimin yüzüncü yılında Laiklik ve Emek mücadelesini milliyetle ve dinle aldatmak” konularında bölgemizdeki emekçilere eğitimler verdik. 5 Ekim Dünya Öğretmenler Gününde ise Prof. Dr. Nejla Kurul hocamız ile “Kamusal Eğitimde Tasarruf olur mu?, Olursa ne olur…” konusunda eğitim vereceğiz.
“OKULLARIN RAPORLARI BİZE VERMEDİLER”
Gebze, Darıca, Çayırova ve Dilovası’ndaki okulların depreme
dayanıklılığı ile ilgili olarak elinizde bir veri var mı? Hem
uzmanlık alanınız hem de bir eğitimci olarak neler söylemek
istersiniz.
Doç. Dr. Savaş Karabulut: Biz göreve geldiğimizde bu konuyla ilgili Genel Kurulumuzdan bir önerge geçmiştir. Faaliyet bölgemizde; 6 Şubat depremleri sonrası en çok ihtiyaç duyulan bir “arama kurtarma ekibinin şubemizde kuruşması” çalışması yürütüyoruz. Asıl önemli olan İkinci çalışmamız ise “bölgemizdeki okulların hem üniversite hem de Milli Eğitime bağlı okulların depreme karşı durumları nedir?” sorusuna yanıt aramaya çalışıyoruz. diye geldiğimizden beri çalışma yapıyoruz. Göreve geldiğimiz ilk gündem beri; il/ilçe milli eğitim müdürlükleri, valilik ve kaymakamlıklara “Okullarımızın Deprem Performans Analizleri ve Zeminle Uyumu konusunda da” dilekçeler yazıyoruz. Sorumluluk alanımızda; Gebze, Çayırova, Dilovası ve Darıca var. Ne yazık ki; ne Kaymakamlıklarla ve ne de ilçelerin milli eğitim müdürleriyle “Kahramanmaraş depremleri sonrası bakanlık ve il milli eğitim müdürlükleri tarafından yaptırılan” okulların depreme karşı durumuna ilişkin raporlar paylaşılmamış. Sadece “Kocaeli Valisi’sine ve Milli Eğitim Bakanı’na bu raporların verildiği”, il milli eğitim müdür yardımcısı tarafından şubemize bildirildi. Durum böyle olunca Eğitim-Sen olarak Kocaeli İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne dilekçe yazdık ve raporları talep ettik. Aradan geçen 6 ay sonra bir cevap vererek;” her şeyin usulüne uygun olduğunu, daha önce yıkılan binaların ihalesinin yapılacağını” ortada bir sorun olmadığını bizlere ifade eden bir cevap yazdılar. Gelen yazı üzerine Eğitim-sen Kocaeli 2 nolu şube olarak bu konuyla ilgili olarak açıklama yaptık. Yaptığımız açıklama sonrası Kocaeli İl milli Eğitim Müdürlüğü’nden bizleri arayarak; "görüşmeye gelir misiniz?” dediler. Görüşmede bu konunun uzmanı bir bilim insanı ve mühendis olduğumu, yetkililere bildirdim. “Okulların deprem güvenliliği ile ilgili olarak birinci derece sorumluluğunun kendilerine ait olduğunu” bizatihi il milli eğitim müdür yardımcısına ifade ettik. Üyelerimiz olan öğretmenlerimiz açısından, hem de öğrencilerimiz ve velilerimiz açısından okulların deprem güvenli olmadığına ilişkin “somutlanmayan durumdan dolayı endişemiz olduğunu” ısrarla ifade ettik. Müdür yardımcısına “Bu sorumluluğu üzerlerine almaları gerektiğini ve okul binalarına ait performans analizi raporlarını sendikal bir faaliyet açısından paylaşılması gerektiğini” bunun bir kanunu zorunluluk olduğunu belirtmemize rağmen, “hayır” yanıtı aldık. “Bu raporların bakanlık tarafından yapıldığı” biliyoruz dedik. Binaların performans analiz raporu olası bir deprem sırasında yapının nasıl performans göstereceğiyle ilgili olarak bizlere somut bilgi veriyor. Bu performans analizi sonuçlarına göre; ya bina için bir güçlendirme raporu hazırlanıyor yani bina güçlendiriliyor veya yıkılıp baştan yapılıyor. Üyelerimizden duyduğumuz durum ise okul binaları ile ilgili özellikle çok ciddi çatlakların olduğu ve “özellikle 2000 yılı öncesi yapılan binaların çoğunun “ya yıkılacağını ya da büyük hasar alacağını” yönündedir. Okullar ve sağlık kurumları deprem olduktan sonra ilk kullanılacak birinci derece öneme sahip yapılardır. Türkiye DepremBina Yönetmeliği’nde birinci tür bu yapılar, deprem sonrası direkt kritik yapılar olarak kullanılır. Yani bunları kriz yönetim merkezi, karargâh, hastane, barınma, revir vb gibi bir çok kamusal faaliyet için kullanırlar. Ayrıca bu nedenle bile deprem güvenli olması çok önemli. Fakat şunu altını çizerek söylüyorum ki aksi varsa il milli eğitim müdürü ispatlasın; “2000 yılı öncesi yapılan yapıların birçoğu deprem sırasında çok büyük hasar alacak veya yıkılacak”. O yüzden “bu yapıların acil bir şekilde güçlendirilmesi veya yıkılıp baştan yapılması “gerekiyor. Velilerimize de sesleniyorum. Çocuklarınız enkaz altında kalsın istemiyorsanız, yakında yapacağımız “Deprem Güvenli Okul” mücadelesine de davet ediyoruz. Programı duyuracağız. Hayatını kaybeden veya yaralanan öğrenciler ve öğretmenlerin birinci derece suçlusunu bugünden ilan ediyoruz. MEB Bakanı, Kocaeli Valisi ve İl Milli Eğitim Müdürünü göreve davet ediyoruz. Çünkü onlar bizim bir sendika olarak okulların durumuna ait istediğimiz raporları bize vermediler. Hatta şunu söyledik. Siz neyi saklıyorsunuz? Bu raporlar “devletin gizli arşivi veya istihbarat raporu mu? bizlerle paylaşılmıyor. Eğer güvendikleri bir şey olsa verirlerdi. Sakladıklarına göre kötü bir şeyler saklıyorlar. O yüzden de biz onların sözüne güvenmiyoruz. Kamu kurumundaki yönetici performans raporlarının sonucuna bakar. Okulların güvenli olmadıklarını düşündükleri için de paylaşmadıklarını düşünüyoruz.
‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adı verilen yeni müfredatla ilgili olarak hem bir eğitimci hem de bir sendikacı başkanı olarak neler söylemek istersiniz?
Doç. Dr. Savaş Karabulut: AKP iktidarı göreve geldiği 2002’den beri beri 9 defa müfredatı değiştirdi. Her gelen Bakanın yoğurt yiyişi farklı olduğu için eğitim sistemini yap-boz’a çevirdiler. Son müfredat ise güya 10 senedir çalışılıyor ama hiçbir bakan sendikamızın kapısını bu müfredat için çalmadı, görüşlerimize değer vermedi. Bakanlar talimatı saraydan alıyorlar ve sermayenin ihtiyaçlarına göre program hazırlıyorlar. Kendilerini saraya ve sermayeyi ispatlamaya çalışıyorlar. Her gelen eğitim müfredatı ise eğitim sistemini bir o kadar da kadük bıraktı. Kesintisiz eğitim yerine; 4+4+4 gibi absürt bir modele geçerek; tarikatların ve cemaatlerin okullara sızması için yol verdiler. Şimdilerde ise okullarda bilimsel eğitim yerine; hafızlık kursları, Kur'an kursları, ve dini bütün, değerlere saygılı gibi safsata sözlerle kindar nesil projelerini hayata geçiriyorlar. Aslında sürekli bir yerden gedik kaçarak cemaatleri ve tarikatlara yol açmak için bunu yapıyorlar. Şu anda eğitimin bilimsel bir kısmı kalmadı. Eğitimi tamamen dinselleştirirler. AKP iktidarının son Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ise göreve geldiği günden beri “AKP’nin çıkarmadığını, çıkarmakta eksik kaldığı her kanunu” böyle bir anda önümüze getirdi. Sözün özü bu Müfredat bilimsel, demokratik, laik, kamucu bir program değil, gerici bir müfredattır. Müfredat gerici müfredat olunca öncelikle; en hızlı şekilde ağına düşürecekleri emekçi ve işçi çocuklarını da tarikatların kollarına itmektedir. Eğitimde de fırsat eşitliği olmadığından ailelere bu yolu seçme zorunluluğunu da dayatmış oluyorlar. Çünkü en çok etkilemek istedikleri yerler işçi havzaları ve işçi çocukları. Şu anda ekonomik durumu iyi olan ailelerin hepsi çocuklarını özel okullara veriyorlar. Kimse şu anda bu gerici, anti laik eğitim modelinde çocuklarını okutmak dahi istemiyor. Tek dertleri bu eğitim modeliyle eğitimin dibine dinamit koymak ve idealleri olan 100 yıl geriye götürmek. Çünkü orada laiklik yok, kamuculuk yok, demokrasi yok; saltanat varsa, hilafet var, tekke ve zaviyeler var… Anlayış ilerici değil, gerici. Ülkeyi tamamen kamucu, bilimsel, demokratik, laik ve ana dilde eğitim modelinden uzaklaştırmak için her şeyi yapıyorlar. Okulları tamamen Osmanlı dönemindeki veya şeriat rejimindeki gibi direk camilere, hafızlık kurslarına, kızları okula yollamama gibi yolların izlerini aramak ve buna karşı durum laik halk barikatını ise bu şekilde yıkmak istiyorlar. Ne yazık ki üniversiteler de belli kulüplere benzer şekilde tarikatlar ve cemaatler üzerinden de dini eğitimler verdiriyorlar. GTÜ’de bu amaçla kullanılan ve tarikata bağlı öğrenci topluluğu bilim yuvasında kampüs içindeki camide “dini eğitim” afişleri asıyor. Altında mühür yok, ama kimse ses çıkarmıyor. Gebze Teknik Üniversitesi’nde bir öğrenci yurdu yapılıyor. Yurdu karma yurt olarak planladırlar. Ancak karma yurt, son süreçte kız yurduna çevrildi. Adını da Nilüfer Hatun koymuşlar. Nilüfer Hatun’un Gebze ile de bir ilgisi yok. Eğitim-Sen olarak Rektörlüğe cevaplaması için “neden Nilüfer Hatun adını verildi* diye yazı da yazdık. Zübeyde Hanım ismini koyun diye de öneri de bulunduk. Ancak şu ana kadar Gebze Teknik Üniversitesi Rektörlüğü’nden bir cevap gelmedi. Eğitimdeki fırsat eşitliğini de ortadan kaldırıyorlar. Kız ve Erkek öğrenciler arasında fırsat eşitliği ve adalet bozuluyor. Bizler erkekler ayrı binalarda kalsın ama fırsattan eşit şekilde yararlansın istiyoruz. Kaldıkları yurtlar uzakta ve masrafı da cabası. Hangi cemaatler ve tarikatlar baskı yaptı ki bu duruma neden oldular? Diye de sormak istiyoruz.
“OKULLARI TARİKAT YUVALARINA ÇEVİRDİLER”
ÇEDES Projesi kapsamında okullarda bazı kurumlar ve kişiler
öğrencilere bazı eğitimler veriyor. Bu eğitimlerle ilgili olarak
neler söylemek istersiniz?
Doç. Dr. Savaş Karabulut: Milli Eğitim Bakanı’nın tarikat ve cemaatleri STK olarak gördüğünü ve kendi uslubiyle “birkaçıyla protokol yaptığını ve abartılacak birşey olmadığını” söylediğini izledik. MEB Bakanı’na haykırıyoruz; “Bir tane tarikatla veya cemaatle bile protokol yapamazsınız”. Bu anayasal bir suç ve bunlar Cumhuriyet Devrimleriyle kapatıldı”. Anti Cumhuriyetçi olmakla eşdeğer olan bir süreci yönetiyorsunuz, diye de ekliyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı bu tür tarikatlara, cemaatleri finanse eden, kollayan, onların arkasına sahip çıkan, onları alan açan bir koruma geldi. Bunu YÖK üzerinden üniversitelerde yapıyorlar. Hatırlayın; ÇEDES projeleriyle “çocuklarımızın önüne bir tabut koydular ve ‘şimdi ağlayın bakalım” dediler. Önünüzde “anneniz yatıyor’ diye çocukları korkutarak, annelerini diri diri öldüğünü kendilerine yaşattırdılar. Mezarlıkları temizlettirip, duygularını sömürttüler. Ölümden korkmayı çocuklara öğretiyorlar. Bunların “tek derdi var. O da yüz yıllık bir Cumhuriyeti, yüz yıllık bir demokratik geleneği (eksik az, yetersiz de olsa); otokrasiyle ve aslında ulaşmak istedikleri şeriat rejimiyle yönetmek. Yeni müfredat aslında anti laik bir müfredat. Bu ÇEDES projesiyle “anti laik olup, şeriata giden her yol mubahtır” sözünü kitlelere yaşatmak istiyorlar. O yüzden; ÇEDES projesi ve hafızlık kursu gibi durumları bunlar bir saç ayağı olarak görüyoruz. Buna karşı da birey olarak, sendika olarak değil, halkın, emekçi sınıfın ortak bir mücadeleyle hesap sorması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü bu bir rejim sorunudur!
Gebze’de veya diğer ilçelerde sizlerin tespit ettiği bir supyan okulu var mı?
Doç. Dr. Savaş Karabulut: Yani mutlaka vardır. Gebze normalde 15-16 Haziran direnişinin simgesi iken; işçi sınıfının bilinçli, örgütlü emeğin sömürülmesine karşı her türlü ayrımcı politikayı reddettiği bir kamusal alandır. Yani emek ekseninde emeğin ortak mücadelesinde, emeğin, birleşik mücadelesinde buluşan bir hattı aslında Gebze’nin tekrar örmesi gerekiyor. Ne yazık ki bölgemizde sübyan mektepleri ve benzeri şeyler de çok fazla. Ama sayılarını bilmiyorum. Zaten Milli Eğitim Bakanı’nın “okullarımızı; sübyan okullarına ve tarikat yuvalarına” yeni eğitim müfredatıyla çevirdiği fiili bir durum zaten söz konusu. Aslında her okul bir sübyan okulu oldu. Her bir okulda tarikatın yuvası haline dönüşüyor.
“BİRÇOK AİLE ÇOCUKLARINI OKULA YOLLAYAMADI”
Öğrencilerin okullarda bir öğün ücretsiz yemek ve temizlik personellerinin olmaması nedeniyle okullarda yaşanan hijyen sorunuyla ilgili olarak ne söylemek istersiniz?
Doç. Dr. Savaş Karabulut: Biz bir sınıf ve kitle sendikasıyız. Biz sınıf ve kitle sendikasında herkesin her şeyden eşit bir şekilde yararlanmasını Anayasa gereği talep etmek zorundayız. Eşitlik ve adalet kavramları vardır. Eşitlik yerine, Adalet kavramını kullanmak ve hatta hakkaniyet kavramını Eğitimdeki fırsat eşitliği için kullanmak gerekiyor. Yani daha doğru olur, düşüncesindeyim. Devlet okullarında okuyan çocuklarla, özel okullarda okuyan çocuklar arasında eğitimde fırsat eşitliği yok mu? Bakan gelip desin ki; “biz özel okullardaki eğitim ile devlet okullarındaki eğitim aynı. Fırsat eşitsizliği kesinlikle yok!” desin. Ama diyemez. Yalan söyler… Bu iktidar bu kadar eşitlikçiyse ve herkese eşit mesafede ise öncelikle özel okulları kapatacak! Anayasanın onuncu maddesi, eşitlik maddesidir. Herkesin eşit olduğunu söyleyen Anayasada; eğitime, sağlığa, beslenmeye, ulaşıma ve hatta hijyene ulaşım bile eşitsiz olduğu bir ülkede AKP iktidarı tarafından yönetilince, kimse yönetilmek istemez elbette. Üniversitede de aynı sorunlar var. Çoğu çocuk okula gittiğinde beslenemiyor. Annesi, babası asgari ücretle çalıştığı ve/veya çalışmadığı için çocuklar düzgün beslenemiyor. Annesi, babası çocuğa bir tane bisküvi koyarak çocuklarını okula gönderebiliyor. Çocuklar aç bir şekilde beslenmeden; hem fiziksel olarak, hem de ruhsal olarak sorun yaşıyor. Hem dersi dinleme açısından ve motivasyon açısından beslenmeden okula gidip geliyor. Tüm özel firmaların; hastaneler ve okullar gibi hepsinin ivedilikçe kamulaştırılması gerekiyor. O yüzden de sizin beslenme sorununa, ulaşım sorununu, barınma sorununu tekrar çözmek için, kamucu bir ekonomik modele dönmeniz gerekiyor. Eğer kamucu ekonomiyi terk ederseniz, her şeyi piyasalaştırırsınız. Parası olan satın alır ve parası olmayan alamaz. Şu anda da Türkiye'de ekonomik kriz koşullarında asgari ücretle geçenemeyenler, emekliler veya anne babanın ikisinin de çalışamadığı her koşulda kesinlikle çocuklarını okula gönderemezler. Çünkü yani ne ulaşımını sağlıyor ne beslenmesini sağlıyor ve kendisi de geçemiyor. Çocuğumu nasıl okutacağım? diye anne ve baba kendisine soru soruyor… 2018 yılı sonrası ciddi şekilde okula giden öğrenci sayısı azalma vardır. Çocuklar ortaokul veya lisede okulu bırakıyorlar. Çocuklarımızı MESEM’lere yollayarak iş cinayetlerine kurban ediyorlar. Okullarda iş gücü paketi çıkardılar. İlk hafta beş gün daha sonrasında üç gün sigortasız bir şekilde böyle gayri ciddiyetsiz kölelik koşullarında çalışmaları isteniyor. Kendilerini sermayeye hizmet eden bir şekilde okullara da hiçbir şekilde ödenek ayırmadan yöneteceklerini sanıyorlar. Velilerimiz öğrencilerimiz sürekli şikâyet ediyor. Okul müdürü ben ne yapacağım diyor. “İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü” bizde bütçe yok diyor. Vali “bütçe yok” diyor. Ama Tayyip Erdoğan koruma güvenlik ordusuyla dün New York'a gitti. Yüzlerce arabayla “düğün konvoyu” gibi konvoy yaptılar. Ama kamu kurumlarında ve eğitimden tasarruf yapacağız diyorlar. İtibarlarından tasarruf yapmalarını talep ediyoruz.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Doç. Dr. Savaş Karabulut: Öğretmenlik meslek kanunu tanımıyoruz. ÖMK sorunu var önümüzde, Ekim’de tekrar mecliste görüşmeleri olacak. Biz öğretmenlerin itibarlı bir meslek olduğunu söylüyoruz. Öğretmenlerin; baş öğretmen, uzman öğretmen ve sözleşme öğretmeni olarak ayırırsanız ve burada da ayrı bir gedik oluşur. Sınıfsal ve sosyal bir ayrım yapmış olursunuz. Aynı işi yapan insanlara farklı maaşlar veriyorsunuz. Bu bir sınıfsal ve statüsel farklılık oluyor. Çünkü bundan sonrası şu olacak; fazla maaş alan, az maaş alana üstten bakacak ve onu hakir görecek. Artık onun hakkına, onun sorununa ortak olmayacak. Kamuda tasarruf tedbirleri çocuklarımızı, aç ve susuz bırakıyor. Ulaşımdan yoksun bırakıyor. Üniversitelerde de aynı şekilde ve ne yazık ki aynı durumda da devam ediyor. Yani bu işin temel ve kökten çözümü ise; siyasi anlayışın değişmesi, neoliberal politikaların terk edilmesi ve bu düzenin tasfiye olmasıdır. Değişimin ancak sınıfsal perspektiften; eşit, merkezi planlı bir ekonomiye geçiş, demokratik bir eğitim modeli ve kamucu bir anlayışla olması gerektiğini düşünüyorum.