Sevgili Öğretmenim
İnsanın içini sıcacık duygulara bırakan bir kitap var elimde. “Sevgili Öğretmenim” bir çocuğun büyüme hikayesi ve yıllar sonra öğretmeni ile yüzleşmesi...
İnsanın içini sıcacık duygulara bırakan bir kitap var elimde. “Sevgili Öğretmenim” bir çocuğun büyüme hikayesi ve yıllar sonra öğretmeni ile yüzleşmesi aslında. Kendisi de öğretmenlik mesleğine başlayacak olan ana karakter kendi öğrenciliğine doğru yolculuğa çıkıyor ve bu süreçte kendisine rehber olan ve hayatına olumlu anlamda dokunan öğretmenini düşünüyor. Ona bir mektupla tüm yaşadıklarını, kendisinde kalan kadarıyla, aktarıyor. Deborah Hopkinson tarafından yazılan ve Nancy Carpenter resimleriyle tamamlanan kitabı Türkçe’ye Nurten Hatırnaz çeviriyor. Beyaz Balina Yayınları’nın basımını üstlendiği kitap hem öğrenci, hem de öğretmen olarak görmemizi sağlıyor o yılları.
Okula karşı endişeleri olan ve bu nedenle okula gitmek istemeyen bir çocuk var karşımızda. Okuldaki hareketi, merakı ve davranışları ile diğer “normal” öğrencilerden biraz daha farklı bir başka tarafıyla. Buna ister yaramaz deyin, isterseniz de dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi var deyin. Ben sadece diğerlerinden farklı demeyi uygun görüyorum. Yaramaz demenin de işin en kolay yolu olduğu ve genelde çocuğun zararına olduğunu düşünenlerdenim. Bu kitaptaki kız çocuğu da kendisini tanımlarken uslu olmadığı ön bilgisi ile başlıyor anlatmaya. Bununla beraber öğretmeninin onda bıraktığı ilk izlenim, ilk sözcüklerin nasıl da değişimin habercisi olduğunu vurguluyor inceden inceye. Önce okulu sevmek ve ardından çocuğun hareketliliğine ve ilgi alanlarına göre düzenlenmiş bir anlatım ve öğretme anlayışı ile bu kız çocuğu için de artık okul daha heyecanlı bir yer haline geliyor. Her şeyden önce dışlanmıyor ve ötelenmiyor. Bunu da çok büyük ölçüde öğretmeni sayesinde yaşayabiliyor. Doğa ve insan canlısı bir öğretmen hayatın her alanına dair edindiklerini öğrencileriyle paylaşıyor ve onların da aktif olarak hayata katılmaları için elinden geleni yapıyor. Bahçe işleri, hayvanlar dünyası, doğada geçirilen zaman ve daha fazlası ile aslında oyun ve oyunun içinde öğrenme başlıyor çocuklar için. Ayrıca hareket halinde oldukları için de genelin dışında bir öğrenme modeli ile karşı karşıya çocuklar. Kitabın bu kısımlarında kocaman bir bahçesi olan okulda ilkokul hayatımı geçirdiğim zamanlar geldi aklıma. Altı katlı pasta yaptığımız, kilim dokuduğumuz ve önlük diktiğimiz bir ev ekonomisi dersi ve atölyesi vardı. Yine kocaman bir iş teknik atölyesi vardı, orada da ahşapla ilgili şeylerle uğraşırdık. Ayrıca tarım dersimiz vardı ve o derste de aynı bu kitapta bahsi geçtiği gibi toprakla ve ekip dikmeyle uğraşırdık. Okulun benim için tamamen eğlence ve yeni şeyler düşünme yeri olduğu zamanlardı. Bizlerden önce köy enstitüleri vardı mesela. Onların yaptıkları tamamen ideal olan bir sistemdi aslında. Ben geriden de gelsem yine de tüm olumsuzlukları yanında bu yönleriyle şanslı bir öğrencilik dönemi geçirdim. Şimdiki çocukların bunları ne kadar yapabildiğini bilmiyorum ama bu kitapla beraber yeniden düşünmemi sağladı bu öğrenme şekillerini. Küçük kızın hayatla ve okulla kurduğu bağda öğretmen kadar, ona yapabilecekleri konusunda imkan sağlayan yöneticilerin de payı var. Çocuklarla bahçe işleriyle uğraşma, doğada vakit geçirme ve daha fazlası için hem fiziki koşulların, hem de eğitim sisteminin uygulayarak öğrenmeye açık olması gerekiyor sanırım. Bu kısım beni biraz aşıyor. Ben sadece bir okur olarak ve bir veli olarak karşılaştırma yapabiliyorum. Kızımın mesela okulu ile benim çocukluğumun okulu ve ders içerikleri arasındaki farka bakıyorum ve açıkçası kendi dönemimdeki atölyelerin bolluğunda daha mutlu olduğumu anımsıyorum. Bunların içinde kızımı hayal ettiğimde, onun da daha mutlu olacağına eminim. Alçıdan tabaklar yaptığımız, toprakla uğraşıp bir bitkinin büyümesini izlediğimiz ve kendi yaptığımız pastayı yediğimiz zamanlar. Şimdilerde bazı özel okullar bu konularda farkındalık yaratmaya çabalıyor ama genele yansımasını umuyorum. Bunları yazarken Richard Louv’un o muhteşem “Doğadaki Son Çocuk” kitabı geldi aklımda. Kısaca söylemem gerekirse doğadan kopan çocuklarda ortaya çıkan sorunlara değiniyor ve doğanın iyileştirici yanına. Yine yaptığım söyleşilerde işin uzmanlarınca söylenen temel şey; doğadan kopmanın çocuğu pek çok yönden zarara uğrattığı şeklinde.
Tüm bunlarla beraber elimdeki kitaptaki kızın hareketi ve farklılığı kendisine dokunan iyi bir el sayesinde artıya dönüşüyor. Çocuklar kayıt makineleri gibidir bir yanıyla da. Unutmazlar, ben de unutmadım çocukluğumdaki çoğu şeyi. Sadece tanımlamam için biraz daha zaman geçmesi gerekti, o kadar. İşte bunu söylüyor yazar ve çizer bir başka yönüyle. O çocuk büyüyor ve kendi öğrenciliğini düşünerek kendi öğretmenlik hayatına adım atıyor. Oradaki iyiyi çekiyor ve sunuyor aslında biz okura. Öğretmenine yazdığı mektupta ona iyi gelen öğretmeni duyuyor ve görüyoruz. Bununla beraber az önce yazdıklarım ve daha fazlasıyla bırakıyor bir okur olarak beni. Düşündürdükleri kıymetli olan kitaplardan. Bakalım başka okuyucularda neleri çağrıştıracak, neleri anımsattığında yüzünde tebessüm oluşacak. Resimleri ile oldukça güzel bir birliktelik yakalayan yazar o kız çocuğunun ruh halini çok güzel sunuyor okuyucuya. Burada da çizerin başarısı ve yazarın niyetini anlaması çok önemli. Güzel bir ikiliden, güzel bir kitap çıkıyor nihayetinde biz okurlar için. Aldığım keyfi alabilmeniz dileğiyle.