Bittiğine inanmayanların şehri...

Yaklaşık on gündür Kocaeli'den uzaktaydım. Bir güzel kafamı dinledim, ailemle vakit geçirdim. Mümkün oldukça telefonla ilişiğimi sınırlı tuttum. Bazen rahat duramayıp, gazetede arkadaşlara haber pasladım. Onda da Sebahattin'in...

Yaklaşık on gündür Kocaeli’den uzaktaydım.

Bir güzel kafamı dinledim, ailemle vakit geçirdim.

Mümkün oldukça telefonla ilişiğimi sınırlı tuttum.

Bazen rahat duramayıp, gazetede arkadaşlara haber pasladım.

Onda da Sebahattin’in gazabına uğrayınca, pes ettim.

“Abla sen tatiline baksana, buraları hiç düşünme” deyince vitesi boşa attım.

Sağ olsunlar ivmeyi düşürmeden aynen devam ettiler.

Her yönüyle oturmuş bir kurum olduğumuzu bir kez daha ispat ettiler.

Buradan gazete ekibindeki herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

***

Birileri kendinden başka piyasada gazeteci yok edebiyatı yapsa da kimin ne olduğu, kaç kilo geldiği ziyadesiyle biliniyor.

Gazete Barış kurulduğundan bu yana sergilediği net duruş ile yerini sağlamlaştırdı.

Öyle sizin atıp tutmanızla, yok saymanızla yok olmuyoruz.

Görüldüğü gibi herkes kalbinin ekmeğini yiyor.

Bir de işin habercilik boyutu var.

Bizim aylar önce yaptığımız haberleri kenara not edip, “nasılsa unutulmuştur” diyerek yeniden ısıtıp okuyucuya sunmak

En hafif tabirle bitmişliğin işaretidir.

***

İnsanlar artık iyiyi kötüyü çok kolay ayırt ediyor.

Kime güvenilir, kimle bilgi paylaşılır, kim haberin arkasında durur, iyi süzüyor.

Kim itibar suikastçılığı yapıyor, kim kime “gel gel” yapıyor artık daha kolay anlaşılıyor.

Çünkü kent basını şu son beş yılda öyle şeyler yaşadı ki, daha “A” derken “Z” yi anlayabiliyor.

Demem o ki, sizin dediğiniz gibi değil hiçbir şey.

***

“Kentte medya yok” derken aslında var olan medyaya erişememenin hırsını görüyorum bunu söyleyenlerde.

Bu kentte medya hep vardı, var olmaya da devam edecek.

Sadece hayatın akışına paralel olarak dönemsel aktörlerin sahnede olduğu bir zaman tünelinden geçiyoruz.

Dün, bu şehirde gündem yaratan başka gazeteci aktörleri vardı, bugün başka…!

Burası bir türlü bittiğine inanamayanların, inanmak istemeyenlerin şehri oldu çıktı maalesef.

Neymiş, kentte medya yerlerde sürünüyormuş, sürünen medyayı ayağa kaldıracaklarmış.

Böyle mi başarı sağlayacaksınız?

Meslektaşlarınızı aşağılayarak mı prim yapacaksınız?

Sizin geçmişle muhakeme yapma, yaşananlardan ders çıkarma gibi bir eğiliminiz de mi yok?

Bir şey demeyeyim, mahallenin delisi sen misin diyorum, olmuyor.

Ben kaç kişiye ekmek verme çabasındayım, diğer arkadaşlarım da öyle.

Hal buyken bu çabanın küçümsenmesi, utanacakları yerde ahkam kesmeye çalışmaları beni irrite ediyor.

***

Tamam, meslekten kopmayın, yine ombudsman olun ama sizden sonra gelen nesli aşağılamaktan vazgeçin.

Kabul edin artık.

İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölür.

Tıpkı bu denklem gibi bakın.

Günü gelince hepimiz öleceğiz…!

Mühim olan onurluca ölmek, arkandan küfür ettirmemektir (!)

Bütün gayemiz bu…

BUNUN ADI İHANETTİR..!

Yıl 1999, günlerden 17 Ağustos idi.

Asrın felaketiyle karşı karşıyaydık.

Hala hayatta olduğumuza inanamazken, bir yandan da ailemizin, yakınlarımızın ne durumda olduğunu merak ediyorduk.

Altı katlı binadan hasar almadan kurtulmanın çok bir anlam ifade etmediği o kara günlerde

Körfez’de oturan ablamdan bir haber alamamak bizi çılgına çevirmişti.

Biz bir an evvel Körfez’e gitmek isterken, yetkililer Körfez’de Tüpraş’ta yaşanan kısmi patlama nedeniyle bizi bırakmıyorlardı.

Fakat ona rağmen daha önce hiç keşfetmediğim alternatif yollardan Körfez’e ulaşmayı başarmıştık.

Yakınlarımızın oturduğu bina çok ağır hasarlıydı, akıbetleri konusunda etraftan bilgi alabileceğimiz tek bir insan yoktu.

Çünkü kalan sağlar canını kurtarma peşindeydi.

Hepsi Tüpraş’ın her an daha büyük bir patlama riskine karşı kendini Körfez’in dağlarına atmıştı.

Çünkü kaçabilecekleri alan kısıtlıydı.

Bizimkiler de o dağlara gidenler arasındaydı.

Bastık gittik Körfez’in yukarı köylerine doğru.

Üste çıktıkça Tüpraş’tan yükselen dumanların gökyüzünü esir aldığı, asıl tehlikenin yukarılarda olduğu görülüyordu.

Havadaki ağır koku nefesimizi kesiyordu.

O gün anladım ki Tüpraş Kocaeli için zaman ayarsız bir bomba kadar tehlikeliydi.

Ne zaman ne şekilde patlayacağı belli değil.

Ve emin olun, patladığında bırakın Körfez’in dağlarını, Marmara Bölgesi’nin büyük bir kısmı yerle bir olur ama en fazla zararı yine biz çekeriz.

***

İşte, kent olarak böylesi büyük bir tehlikeyle yaşamaya mahkumuz.

Bacasından çıkan yoğun dumanda bile kalbimiz yerinden çıkacak gibi olurken;

Tüm pisliğini ve riskini Kocaeli halkı olarak biz çekerken beyzadeler kalkmış Genel Müdürlüğünü İstanbul’a taşımaya karar vermiş.

Var mı böyle bir dünya? Var mı böyle bir başı boşluk?

***

Tatilden döner dönmez gündemin en önemli konularından biri olarak gördüğüm Tüpraş olayında

İlk önce haberi duyuran En Kocaeli’yi tebrik etmek isterim.

Meslektaşımız Engin Şahin başarılı bir habere imza attığı gibi, dün yazdığı yazının altına ben de imza attığımı belirteyim.

Evet, Engin Şahin’in dediği gibi Kocaeli ayağa kalkmalı.

Bu konu siyaset üstüdür, bu konu kent aidiyetliğiyle ilintilidir.

Kimse bizim kentimizi hakir göremez, görmemeli.

Koç Holding siyasi bir duruş gereği bunu yapmış olabilir.

Ama bu iş o kadar ucuz olmamalı.

Zaten Kocaeli bu anlamda yeterince büyük şirketlerin ihanetine uğruyor.

Dev sanayi kuruluşlarına ev sahipliği yapan fabrikaların, holdinglerin hepsinin vergisi İstanbul’a gidiyor.

Elimizde bir tek Tüpraş vardı, şimdi o da gitmek için kapıyı zorluyor.

Olmaz, olamaz, olmamalı…!

Biz diğer fabrikaların genel müdürlüklerini kentimize çekeceğimize elimizde olanı da kaçırıyoruz.

***

Peki, Tüpraş’ın Kocaeli’den gitmek istemesinde bizim hiç mi suçumuz yok?

Var elbette!

Başta Körfez’i yöneten gelmiş geçmiş tüm belediye başkanlarının bunda payı var.

Tüpraş’ı adeta sağmal inek gibi görerek, mafya gibi üzerine çöktüklerini unutmuyoruz.

Hatırlayın, eski başkan Yunus Pehlivan dönemlerini.

Kocaelispor’a alternatif yaratacağım diye Körfez FK adı altındaki spor kulübünü adeta Tüpraş’a yaslandırmıştı.

Yunus Pehlivan akıl hocalarıyla birlikte Tüpraş’ın etinden, suyundan, tüyünden bir güzel yararlanmıştı.

***

Ondan sonra göreve seçilen İsmail Baran ise tam bir facia idi.

Tüpraş’ı belediyenin yan kuruluşu gibi gören, talepleri yerine getirilmediğinde zabıta ekipleriyle baskına giden Baran da bu işte suçludur.

Tüpraş da enayi değil ya, baktı ki kent başıboş kalmış, önüne gelen fabrikaya çökmeye çalışıyor,

Baktı ki bütün büyük şirketlerin genel müdürlüğü İstanbul’da;

Buranın enayisi ben miyim diyerek pılıyı pırtıyı toplayıp gitmeye kalktı.

Ama bunların hiçbiri Tüpraş’ın aldığı kararı haklı çıkarmıyor.

Bunun adı düpedüz ihanettir, ekmek yediğin yere hainliktir.

***

Büyükşehri AKP yönetiyormuş, Körfez’i de aynı parti yönetiyormuş, bunlar umurum bile değil!

Bu konu partizanlık yapılacak, tartışılacak bir konu değildir, aksine siyaset üstü bir konudur.

Bizim el birliğiyle Tüpraş’ı protesto edip, kamuoyu yaratıp kararından vazgeçirmemiz lazım.

Gidecekse fabrikasını da alsın gitsin.

Gitmiyorsa bu topraklardaki işgaliyesinin bedelini işgal ettiği, risk yüklediği şehre ödesin.

Ekrem İmamoğlu’nu da bir zahmet diğer şirketler düşünsün.

Genel müdürlükleri burada olmayan ancak İmamoğlu’na destek verdiği söylenen Sabancı gurubu gibi pek çok kuruluş vergisini İstanbul’a ödüyor.

Bırakın bari Tüpraş bize kalsın.

Ama bizim dememizle bu iş olmaz, önce kentin üst takımının buna dur demesi lazım.

Bu anlamda basın olarak bize düşen görev neyse yapmaya hazırız.

***

Ben her şeyden önce bir kent milliyetçisiyim.

Ve önce kendi kapımın önüne bakarım.

Bugün burayı AKP yönetiyor diye “oh iyi oldu da Tüpraş gitti” diyemem, fotoğrafa geniş bakarım.

Kimse dememeli.

Ve kim diyorsa, Tüpraş’ın kararına göbek atıyorsa düpedüz yaşadığı kente hainlik besliyor demektir.

Bu tıpkı sarı öküzü vermek gibi bir şey.

Sarı öküzü verdik mi gerisi çok çabuk gelir!

***

Şayet kentin erkleri Tüpraş’ın gitmesine engel olamazsa, vay bu kentin haline…!

Ama bir yandan da düşünüyorum.

AKP altın çağını yaşadığı dönemlerde dahi genel müdürlükleri İstanbul’da bulunan dev şirketlere sopa gösterememişken

Her geçen gün ivmesi aşağı doğru inmeye başladığı bir dönemde elinden ne gelebilir?

Sanırım bu iş biraz da devran işi.

Fakat her koşulda ve şartta aynı yerdeyim, “Tüpraş gitmemeli, bizde kalmalı, bizde kalması için ne gerekiyorsa yapmalı”.

-----------------------------------

SON DAKİKA HABERLERİ

Aysun Özcan Diğer Yazıları