Empati ve Gandi nöronları
Yunancadan geliyor empati kelimesi… Pati (patheia) hissetmek, birisinin acısını yüreğinde duymak anlamındadır. 'Em” ise 'önceden, önceki” manasında… Yani Yunanca 'empati” dediğimizde, birisinin hissettiğini o daha ifade...
Yunancadan geliyor empati kelimesi…
Pati (patheia) hissetmek, birisinin acısını yüreğinde duymak anlamındadır.
“Em” ise “önceden, önceki” manasında…
Yani Yunanca “empati” dediğimizde, birisinin hissettiğini o daha ifade
etmeden önce içimizde duymaktan, hissetmekten bahsediyoruz…
Empati olgun insanlara has bir yetidir …
Düşünün ki, empati yaparken “özümüzü” içimizde adeta dondurup,
kendimizi koyduğumuz kişiyi yaşamaya başlıyoruz.
Egomuzu, öznel bakış açımızı, bireysel kriterlerimizi vs. askıya alıp;
bir başkasının gözünden aynı durumu analiz etmeye çabalıyoruz…
Yani “gördüğümüz”ü göremediğimiz bir açıdan algılamaya çalışıyoruz
Bu da kanımca vizyonla alakalı, hoşgörüyle bağlantılı ve açık
görüşlülükle mümkün.
Bazı şeyleri aşabilmiş olanlara mahsus bir yeti “empati”…
Çok zor bir şey…
Hatta belki de imkânsız…
Ve en mükemmel empati bile bir yerden sonra yetersizdir.
Karşımızdakinin bizi anlamadığını hissedersek hemen çıkışırız, “empati
yapmaya çalış biraz.” deriz.
Yani aslında “kendini benim yerime koymaya çalış” deriz özetle…
Peki, koyabilir mi?
Nereye kadar mümkün empati?
Sonuç olarak empati bence, uğrunda çaba gösterilen bir eylem…
Kelime anlamındaki gibi, kişinin bir başkasının hissettiğini aynen
hissedebilmesi tamamen ütopik bir beklenti.
Ve kanımca imkânsız…
Ama yine de denemek, başarmaya çalışmak çok önemli.
İnsanın sadece kendini yaşaması bencilliktir…
Başkalarının de hissettiklerini anlamaya çalıştıkça…
Diğerlerinin de hislerine saygı duymaya çabaladıkça…
Ve dünyanın bizim etrafımızda dönmediğini fark edebildiğimiz oranda
“insan” oluruz…
Her empati çabası “yetersiz” kalmaya mahkum olsa da….
İnsan bedeninin ve beyninin empatide olduğu gibi keşfedilmesi gereken milyonlarca faaliyeti vardır. Gülmek, esnemek, ağlamak, karamsarlık, neşe, coşku, hüzün vb. gibi pek çok davranış ve duygu biçimi insanlar arasında kolayca yayılabilen ve taklit edilen duygulardır.
İnsan beyninin işlev gören kısmı nöronlardan oluşur ve bu nöronlar elektrikle çalışır. Her bir nöron elektrik atımlarıyla haberleşir. Bu atımlara “aksiyon potansiyeli” adını veriyoruz. Beynimizde bulunan yaklaşık yüz milyar sinir hücresinin çalışmasıyla açığa çıkan enerji çok yüksektir.
İtalya’da Parma Üniversitesi’nden Giovanni Rizzolatti, Vittorio Gallese ve ekibi 1996’da, makak maymunun beyninin ön lobunda “ayna nöron” adını verdikleri değişik bir motor nöron hücresi keşfettiklerini duyurdular.
Yakın zamana kadar, motor nöronların yalnızca salgı bezleri ve kas devinimlerini denetleyen uyarıları gönderen sinir hücreleri olduğu sanılırdı. Bilim insanlarının, maymunların fıstık alırkenki nöron aktivitelerini gözlemlediği bu araştırmada, bir gün maymunlar hareket etmeden dururken bir bilim insanı fıstıklara uzandı ve maymunun nöronları sanki kendileri uzanıp alıyormuşçasına aynı aktiviteyi gerçekleştirdi. Bu durum şunu açıklığa kavuşturuyordu: Bir şeyi görmek ve bir şeyi yapmak aynı şeydi!
Biri katıla katıla gülerken kendimizi alamayıp gülmeye başlarız. Çevremizde biri esnese çok geçmeden başka esneme sesleri ardı sıra dizilir. Bununla ilgili olarak, mutlu yüzlere bakanların yüz kaslarının, kızgın yüzlere bakanların ise kaş kaslarının görüntüleri ilk görme anını takip eden 700 milisaniye içinde kımıldadığını biliyoruz.
İnsanın ayna nöron sistemi, maymunlardan farklı olarak sol yarı kürede ve özellikle dille bağlantılı Broca alanında yoğunlaşmış gibi gözüküyor.
• Sürü psikolojisinin temel nedeninin ayna nöronlar olduğu konusunda iddialar vardır. Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkanı Yard. Doç. Dr. Emre Özgen, bir konferansta Fransa Jean Nicod Enstitüsü öğretim üyesi Pierre Jacob’un ekip çalışmasına dayanarak, çete davranışları ve sürü psikolojisi gibi durumların altında yatan sebebin ayna nöronlar olduğunu belirtti.
• Ayna nöronlarla ilgili bir başka çarpıcı iddia, otizmli çocukların ayna nöron mekanizmasının arızalı olduğu yönündedir. Otizm, Yunanca autos (kendi) sözcüğünden geliyor. Otizmli çocuğun çektiği temel zorluklardan biri, metafor (eğretileme) ve metonim (düzdeğiştirmece) gibi söz oyunlarını anlayamamalarıdır. Örneğin, “Yumruğunu sık!” denildiğinde, çocuk bir eliyle yaptığı yumruğu öbür eliyle sıkıyor.
California Üniversitesi’nden nörobilimci Vilayanur Ramachandran, insanlar arasındaki engelleri kaldırdığını düşündüğü için “GANDHİ NÖRONLARI” adını taktığı ayna nöronların birbirimizin fiziksel acısının yanı sıra, duygu durumunu anlamamızda da işe yaradığını savunan bilim insanlarındandır. Bu savı bir adım daha ileri götüren, aynı üniversiteden Dr. Marco Iacoboni, ayna nöronların “niyeti tespit etmede” dahi işe yaradığını gösteren bir çalışma gerçekleştirdi.
“Diyelim ki bir bardağı yerinden kaldırıyorsunuz; ancak, masayı topladığınız için mi, yoksa içindeki çayı içmek için mi kaldırdığınızı sinir hücreleri anlayabilir mi?” sorusundan yola çıkan Dr. Iacoboni, bir bardağı masadan kaldıran bir elin videosunu izleyen 23 gönüllünün beyin aktivitesini fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) ile takip etti. Videolardan birinde bardak, bir çaydanlık ve kurabiye tabağı olan bir masadan, bir diğerinde yemek artıklarının olduğu bir masadan, üçüncü videoda ise boş bir masadan kaldırılıyordu. Çalışmanın sonunda, çay partisi konseptli videoyu izleyen gönüllülerin ayna nöronlarında daha çok reaksiyon görüldüğü; yani çayı içmek için kaldıracak olma niyetinin izleyicide bu durumla daha çok özdeşleşme yarattığı görüldü.
Görünen o ki, biz sosyal hayatımızda empati yapmayı alışkanlık haline getirmesek dahi, beynimiz bize sormaksızın hem duygular, hem de niyetler için empati yapmayı benimsemiş durumda.
Empati, hayatımızın pek çok alanında doğru dozda kullanılması ve geliştirilmesi gereken bir yetenektir.
Azlığında duyumsamazlık, egoizm, iletişim sorunları, otizm, vicdansızlık, utanmazlık gibi hiç de istenmeyen negatif psikolojik olgulara neden olur.
Gereğinden fazla ve tek taraflı kullanıldığında kişisel başarısızlık, yalnızlık, mutsuzluk gibi duygularla yaşamaya mahkûm eder. Dozunda kullanılıp geliştirildiğinde başarı ve çekicilik getiren bir sürü yeteneğe sahip olmayı sağlar.
Empati hemen her ilişkide hüküm sürer. En güzel aşklar empatinin gelişmesiyle zirveye çıkar ve uzun süre yaşar. Empatisiz ya da tek taraflı empatinin olduğu aşkın en tutkulusu bile bitmeye mahkûmdur.
Empati olmadan aslında oyun bile oynayamayız. Sanatçı kurduğu empati yoluyla yapıtını ortaya koyar ve izleyen bu yapıtla kurduğu empati yoluyla baştaki yaşanmışı yaşar. Utanç, mahcubiyet, haysiyet, şeref duyumlarının ardında da empati vardır. Belki en çarpıcı olanı, kendimizde bir başkasını yaşatarak, bu bölünmenin aynı konuda karşıt duygular yaşamamıza yol açmasıyla, vicdan dediğimiz duygulanımı olanaklı kılmasıdır.
Sanatın değeri üzerine olan genel argüman, empati duygusunu geliştirdiği yönünde. Kitap okumak, kaliteli bir film izlemek ya da güzel bir beste dinlemek bizleri daha duyarlı insanlar yapar, aynı zamanda da insani duygularımızı geliştirir, en azından argüman böyle söylüyor.
Kendimize dışardan bakmayı öğretirken, sanat ve edebiyat başkalarına karşı da açık görüşlü olmayı öğretir. Yazar Barbara Kingsolver’ın da yazdığı gibi, “edebiyat sizi farklı bir ruha sokar.”
Sanatın gerçekten empatiyi arttırıp arttırmadığı ya da bizi farklı kişiliklere bürüyüp bürümediği konusu tartışmaya açık. Kesin olan tek şey ise empati yeteneği yüksek insanların farklı farklı kültürel tercihleri olduğu .
Cambridge Üniversitesinden psikologların yaptığı araştırmalara göre tercihlerimiz beş farklı grupta toplanıyor.
Örneğin “karanlık” bölümü ağır basan insanlar punk, metal, erotik dergiler ve korku filmleri gibi yoğun ve sıra dışı tarzlardan hoşlanıyorlar.
“Heyecanlı” grubunda yer alan insanların ilgisini aksiyon filmleri, macera ve bilim kurgu filmleri çekiyor. “Düşünceli” insanlar ise haberleri, güncel olayları, belgeselleri ve yaşanmış öyküleri izlemeyi severleri.
Yüksek derecede empati yeteneğine sahip insanlar ise ya “iletişimi seven” ya da “estetik” grubunda yer alıyorlar.
İletişimi sevenler, insanlara ve ilişkilere odaklanmayı seçerler ve muhtemelen romantik film ve pop müzik hayranıdırlar. Estetik grubundakiler ise daha ince zevk sahibidirler, klasik müzik, tarih programları ve sinema severler.
Empati yeteneği yüksek insanların bu kadar farklı iki grupta olmaları aslında yine yüksek empati yeteneğinin sonucu. Bir yandan insanları günlük hayatın problemlerine, sosyal ilişkilere odaklanmaya davet ederken diğer yandan ise zihnin yaratıcı bölümlerini harekete geçirmeye çalışıp, kelimeleri farklı anlamlarda kullanmayı öğütler.
Empatik insanların belli eğlence tarzları yoktur genelde, olumsuz duygulara da farklı farklı yanıtları vardır.
Birçok bulgunun da gösterdiği gibi empatik insanlar çoğunlukla korku ve gerilim içeren filmlerden hoşlanmazlar. Bunun sebebi de tahmin edilebileceği üzere, kendilerini sürekli başkalarının yerine koymaları.
Öte yandan, empati yapabilen insanlar sanatın yarattığı olumsuz duygulardan rahatsız olmuyorlar. Örneğin yapılan bir araştırma gösteriyor ki, kendini konuya kaptırmakta iyi olan insanlar müziğin yarattığı olumsuz duyguları seviyorlar.
Yani şöyle de diyebiliriz ki, empati bazı olumsuz duyguları daha da rahatsız edici yaparken bazılarını ise keyif verici hale getirebilir. Evet bu kadar açıklamanın sonunda empati yapabilmenin zor olduğunu fakat yapabilmemiz gerektiğini söyleyebiliriz.
Yapılan araştırmalarda empati yapabilmenin bir eğitim ve kültür sorunu olduğunu belirtmektedir. Şimdi gelelim TÜİK verilerine ( Türkiye İstatistik Kurumu ), istatistikler ne demektedirler.
Önce illere göre okuma yazma bilmeyenlerin oranlarına bir göz atalım. Şanlıurfa %10, Mardin: % 9.9,muş % 9.2, Malatya % 6.6, Kocaeli % 2.6, İstanbul % 2.5, Eskişehir %2.3 , Anakara % 2.3,İzmir % 1.8, Antalya % 1.5 dir.
Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 21 olan okuma yazma, Türkiye’de yüzde 0.01 dir.
Türk halkı günde 6 saatini televizyona, 3 saatini internete ayırırken, kitap okumaya ise yılda ancak 6 saat vakit ayırıyor.
Türkiye kitap okuma oranında dünya ülkeleri arasında 86. sırada yer almaktadır.
Ayda cep telefonu ve iletişim masraflarına 213 TL ayıran 4 kişilik bir Türk ailesi, kitaba ise ayda değil yılda sadece 6.5 TL ayırıyor. Türkiye’de internet kafeler ve cep telefonu satış ofisleri ve bayilerinin sayısı çığ gibi artarken kütüphaneler sinek avlıyor.
Bu istatistikî oranlar da tabi ki Empati yapabilecek bir toplum bulmak çok zor olacaktır. Empati yapabilecek kültür düzeyine çıkabilmiş bir toplum olabilmeyi ve de empati yapabilmeyi umut ediyorum.
Sevgi ve saygılarımla.