Dünyada ilk aşı

Öncelikle günlerdir siz değerli okurlarımızdan uzakta olmak ve bir şeyleri sizlerle paylaşamamak insanda bir eksiklik yaratıyor. Son olarak 21 Temmuzda bir paylaşımım olmuş. Mayıs 2020 nin sonunda, Haziran 15 ine kadar devam eden Covid hastalığı...

Öncelikle günlerdir siz değerli okurlarımızdan uzakta olmak ve bir şeyleri sizlerle paylaşamamak insanda bir eksiklik yaratıyor. Son olarak 21 Temmuzda bir paylaşımım olmuş. Mayıs 2020 nin sonunda, Haziran 15 ine kadar devam eden Covid hastalığı deneyimim oldu. O tarihteki protokole göre Hastanemizde yatarak tedavimi tamamladım. Akciğer tutulumum olduğu halde aşırı zorlayıcı bir hastalık günleri geçirmedim. Taburcu olduktan yaklaşık 3 ay sonra Antikor IgG düzeyime baktırdım. Bir bağışıklık oluşmuştu. Covid 19 u eşimde PCR test sonucu negatif olsa da evde geçirdi. Oğlum evde hiçbir şikâyeti olmadan yaşantısını sürdürdü. En yüksek antikor hasta olmayan oğlum da, sonra eşim ve en az da bende oluştu.

Evet, bu Ig G, aylardır bulunması ve tedaviye geçilmesi için beklediğimiz Covid 19 aşısı ile aynı etkiyi gösteren koruyucu sistemdi. Bu antikorlarımız azalmaya başlasa da halen daha bizi koruyabildiğini düşünüyoruz.

Evet, yeni yılın ilk günlerinde önce Çin den gelecek aşı ile toplumumuz aşılanmaya başlayacak. Sanırım arkasından diğer aşılarda yapılan anlaşmalar çerçevesinde Türkiye ye gelecekler. Önce sağlıkçılar ve 65 yaş üstünden başlayacak ve tüm ülkemiz aşılanmış olacak.

Son altı ayda Covid geçirmiş kişilerin aşılanması gerekmediği konuşuluyor. Burada bir yanlışlık yapılacağını düşünüyorum. Çünkü bazı hastalarımızda geçirdikleri hastalık sonrası ya çok çok az Ig G oluştu. Ya da hiç oluşmadı. Bu yüzden aşıdan önce hepimizin Ig G antikor düzeyimize bakmamız gerekecektir. Ig G değeri düşük olanların aşılanması doğru olacaktır. Tabi aşı yapıldıktan sonra ikinci dozu da yapılacak ve belli bir süre sonrada aşılamanın etkisini yine kanda Ig G düzeyine bakarak anlayabiliriz.

Bu güncel durumdan sonra bir de sizlere İlk aşıdan ve Ülkemizde ki aşı çalışmalarının tarihçesinden bahsetmek istiyorum.

Dünyada İlk Aşı

; Aşı bulaşıcı hastalığının küçük miktarının hastalığa karşı koruma ve bağışıklık sağlaması için sağlıklı kişiye verilmesiyle uygulanır.

Kimyacı Louis Pasteur, hastalığa mikropların sebep oluğunu ve bu organizmalar belirlendikten sonra belli hastalıkları önlemenin mümkün olabileceğini fark etti.

Pasteur Fransa’nın Dole kentinde bir tabakçının oğlu olarak dünyaya geldi. Hırslı biriydi ve tutkusunun kimya olduğu başından beri belliydi. Paris’te kimya okudu ve her ne kadar öğretmenlerinden biri Pasteur için “vasat” dese de kendini bu alanda kısa sürede ispatladı. Kristalografi üzerine yaptığı doktora tezi sayesinde Strasbourg’da bir kimya profesörü konumu elde etti.

1879’a kadar Pasteur, Fransa’nın Lille kentinde yerel alkol üretiminin sorunlarına çözüm bulmaktan kısmen sorumlu bir kimya ve biyoloji profesörü olarak çalışıyordu.

Bira

ve

şarap

fermantasyonuyla

ilgili yaptığı araştırması, havada, büyütüp incelemenin mümkün olabileceği mikroorganizmalar bulunduğunu düşünmesine yol açtı.

Farklı mikroorganizma türleri ve sebep oldukları hastalıkları tespit etmeye başlamasının ardından Pasteur, hastalıkları önlemeye yönelik deneyler de yapmaya başladı.

1879’da tavuklara hastalık bulaştırmak için birkaç hafta önceden büyüttüğü ve güçlerinin bir kısmını kaybetmiş kolera bakterileri enjekte etti. Tavuklar hayatta kaldı. Sonra Pasteur aynı tavuklara ve yeni bir deney grubuna, yeni ve daha güçlü bir kolera bakterisi kültürünü enjekte etti. Daha önceden hastalık bulaştırılmış tavuklar sağlıklı kalırken diğerleri hasta oldular.

Kolerayla uğraşırken kazandığı bilgi ve deneyimi kullanarak, Pasteur ilgisini bir sığır enfeksiyonu olan şarbona çevirdi. Şarbon yüncülerde de bir akciğer hastalığına neden oluyordu.

1881’de yaptığı çarpıcı bir halka açık gösteride 24 koyun, bir keçi ve altı ineğe şarbon aşısı enjekte etti. Birkaç hafta sonra aynı hayvanların yanı sıra daha önceden aşılanmamış benzer bir hayvan grubuna da şarbon bakterisi enjekte etti. Üç gün sonra aşılı hayvanların hepsi hayatta kalırken, diğerleri ölmüştü. Pasteur ayrıca, bulaştıktan sonra tedavi etmenin bugün bile zor olduğu, korkunç bir hastalık olan kuduza karşı bir aşı geliştirdi. Kuduz aşısı ilk olarak 1885’te insanlarda kullanıldı.

Türkiye’de aşı çalışmaları:

Ülkemizde aşı üretimi için çalışmalar ilk Osmanlı İmparatorluğu Döneminde başlamıştır. 1721 yılında İngiltere Büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu ülkesine yazdığı bir mektupta İstanbul’da çiçek hastalığına karşı “aşı denilen bir şey” (varilasyon metodu) yapıldığını hayretle bildirmektedir. Bu mektup aşı yapımına ilişkin ulaşılmış en eski belgedir.

Cumhuriyet kurulmuştu. Ülke, toptan yenileşme ve çağdaşlaşma yolunu seçmişti. Onun için ülke gereksinimi olan fabrikalar art arda yapılarak asil Türk halkının hizmetine sunulmaya başlamıştı.

Bunlardan biri ya da en önemlisi de 27 Mayıs 1928’de kurulan Türkiye’nin ilk ve tek “HALK SAĞLIĞI LABORATUVARI” olan Dr. R. Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü idi. Bu enstitünün amacı, hızla yayılan enfeksiyon (COVİD-19 gibi) hastalıklarıyla mücadele etmekti.

1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan ve çağın hastalığı olan BCG aşısı üretimine başladı. 1932 yılında, serum üreterek ülke ihtiyacını karşıladı ve serum ithali durduruldu. 1933’de, Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi ele alındı.1934’de İstanbul Aşıhanesi, enstitü bünyesine alındı çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak duruma getirildi. 1935 senesinde, Farmakoloji Şubesi oluşturularak yerli ve yabancı ilaçlar ile diğer hayati maddelerin kontrolüne geçildi.

Enstitü daima gelişmekte! 1936 yılında, Hıfzıssıhha Okulu açıldı. 1937’de kuduz serumu üretilmeye başlandı. Aynı anda Enstitü’nün İlaç Kontrol Şubesi devletin ilacını denetledi. Bu durum, ilaç firmalarının korkulu rüyası olmuştu. Aşı ve Serum Şubesi Müdürlüğü Difteri, Tetanos, Boğmaca ve her türlü tedavi serumunun üretildiği bölümdü.

Bakteri besi yerleri kocaman cam galonlar içinde imal edilir ve odalar büyüklüğünde tarihi otoklavların içinde sterilize edilirdi. Üretilen anti serumlar içerisinde akrep, yılan sokmalarına karşı serumlar olduğu gibi gazlı kangren anti serumları da vardı.

Enstitüsü o kadar işlevseldi, o kadar üretkendi ki 1940’lı yıllarda Türkiye, Ortadoğu ülkelerine Tifüs aşısı satacak noktadaydı

. 1942’de tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı. 1947 yılında, Biyolojik Kontrol Laboratuarı kuruldu. Enstitü bünyesinde aşı istasyonu açıldı. İntradermal ve BCG aşısı üretimine geçildi.

Enstitü 1948’de, ilk kez boğmaca aşısı üretimine başladı. Ne büyük bir başarıdır ki, 1950’de,İnfluenza Laboratuarı, Dünya Sağlık Örgütü’nce Milletlerarası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı ve aşısı üretimine geçildi.

Enstitü 1951’de,ilk kez antibiyotiklerin ve bazı vitaminlerin kalite kontrolüne başladı. 1954’de, İlaç Kontrol Şubesi kuruldu. 1956’da, tetanos aşısı daha modern ve kapsamlı üretilmeye geçildi. 1958’de insanlığın belası olan Frenginin modern yöntemlerle teşhisi ele alındı. 1966 yılında, Kolera Referans Laboratuarı, 1974’de, Mikoloji laboratuarı açıldı.

1976’da, BCG aşısının deneysel üretimine başlandı

. 1984’de Zehir Danışma Merkezi, 1987’de AIDS Araştırma Merkezi açıldı. 1950’lili yıllarda, Hıfzıssıhha Enstitüsü; Türk halk sağlığının korunmasında laboratuar hizmetlerinin Türkiye genelinde yaygınlaştırılmasına başladı. 16 ilde bölgesel düzeyde, daha hızlı hizmet vermek amacıyla şubeler açtı.

Turgut Özal’ın 1990’lı yıllarıydı. Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün başında rahmetli Prof. Dr. İsmail Hakkı GÖKHUN bulunuyordu. Hoca serum üretimini artırmak için Hıfzıssıhhanın Sarayköy’deki tesislerine fazlaca at almış, daha geniş planlar içindeydi.

O günkü düşünce,

serumun dışarıdan daha ucuz alınabileceğini gerekçe göstererek, merhum GÖKHUN hocaya, “ Kamu Kaynaklarının Kötü Kullanımı” gerekçesiyle davalar açılmasını sağlamıştı.

Türk Halkının sağlığının sigortası ve teminatı olan bu güzide kurumun, önce Aşı Üretim Enstitüsü, Bakanlar Kurulu Kararı ile 2004 yılında kapatıldı

.

Cumhuriyetin yokluklarla kurduğu ve Türk halkına gözü gibi bakan bu stratejik. Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Kurumunun tamamı da: 2. Kasım. 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 663 sayılı kararname ile kapısına kilit vuruldu.

Diyeceğim şu ki, aşı gelince muhakkak aşı olmalıyız.

Yeni yılın, hepimize geçirdiğimiz 2020’yi aratmamasını ve

Sağlıklı günler getirmesini dilerim.

Erhan UYSAL

SON DAKİKA HABERLERİ

Erhan Uysal Diğer Yazıları