Çirkinlik üstüne…
“Bir insanın işi meşgul olunmaya değerse, o insan muhtemelen kendi işiyle meşgul olur. Fakat öyle değilse, o kişi kendi anlamsız işleri yerine başkalarının...
“Bir insanın işi meşgul olunmaya değerse, o insan
muhtemelen kendi işiyle meşgul olur. Fakat öyle değilse, o kişi
kendi anlamsız işleri yerine başkalarının işiyle meşgul olur.”
Eric Hoffler bu cümleleri kaleme alırken neler düşünüyordu ya da
nelere şahitlik ediyordu bilemem.
Ancak altını çizdiğim bu satırlar ve sonrasında gelen cümleler,
bazı bildiğim şeyleri bana yeniden hatırlattı.
Başkalarının işini dert edinen kişinin neler yaptığını da yine
devam eden satırlarda söylüyor Hoffler; “Dedikodu yapmak,
kirli çamaşırlar aramak, başkalarının işine burnunu sokmak ve
ayrıca toplumsal, milli ve ırksal konulara aşırı ilgi
göstermek.”
Kendinden kaçan insanın, başka insanlara ne şekilde yük olduğundan
söz ediyor özetle.
Her gün, “acaba bugün kimi dürtsem?” itkisi zor
bir durum.
Hayat amacın yok, ne yapman gerektiğini bilmiyorsun ve belki kendi
kumdan kalende de yüksek duvarlar inşa etmeye devam ediyorsun.
Kimseyi beğenmiyor, yapılanı takdir edemiyor, başarıya
karşı derin bir hazımsızlık yaşıyorsun.
İçten gelen bu
hazımsızlık hali eğer kontrol edilemezse insana çok şey
yaptırabilir.
Güdüsel davranmak, aklı devre dışı bırakmaktır.
İnsan her sene, bir önceki yaşından daha ileride olmak istiyor;
maddi ve manevi olarak.
Kendini ölçüyor, tartıyor ve şapkasını önüne koyup bakıyor
nerelerde duraklama dönemine girdiğine.
Kimi insanda bu sistem devreye girmiyor gördüğüm kadarıyla.
Günün analizini yapmak, davranışlarının sorumluluğunu alma
cesaretini göstermek,
“Yanlış yapıyorum” diyememek…
Hal böyle olunca, insan yanlış yaptığını kabul etmeyince ortaya tek
bir şey çıkıyor; hep haklı olmak.
Eğer hep en doğrusunu yaptığını düşünüyorsan, her zaman haklı olan
sensen ciddi bir sorunun var demektir.
İnsan sürekli haklı, kusursuz olamaz. Bu büyük bir
yanılgı.
Böyle insanlar için eleştirecek birileri hep
vardır.
İşini doğru düzgün yapan yoktur kendinden başka.
Birisi ondan fazla gelire sahipse, kesin yanlış bir şeyler
yaptığındandır.
Yani göz sürekli dışarıda olunca, konu da kendi dışındaki herkestir
haliyle.
Böylelerinin müttefikleri de vardır el ele yürüdükleri.
Birbirlerinin gazını alırlar, birbirlerine gaz verirler.
At gözlüğü misali geri kalan her şeye perde çekerler.
Sahte düşmanlar yaratılır, kaleler fethedilir, aba altından sopa
gösterilir.
Başarı algıları da dışarıdakilere endekslidir.
“İşimi hakkıyla yapabildim mi?” sorusunu sormak yerine,
“Bugün de çelme taktık” diyerek koltuğuna gömülür.
Ben, bir yaştan sonra insanların biraz daha egolarından arınmış,
daha sakin ve bilge olmalarını bekliyorum.
Adım atarken, karar verirken ve geçtiğin yolda izini
bırakırken…
En son yazdığımsa en önemlisi.
Yaptığımız, geride bıraktığımız şeyler kaybolmuyor.
Onlar bize dair ve bizi anlatıyor.
Eylemlerimiz basit fikirlerden oluşmuyor, onlar bir insanı
tanımamız için çok daha fazlasını içeriyor.
Kibarlık, nezaketi bozmadan yapılan eleştiri, düzey, kalite,
nitelik…
Bu erdemlerin basite alındığını düşünüyorum bir kesim
tarafından.
Oysa zarafetle de yol alabiliriz ve hatta çok daha etkili bir
şekilde; çirkinleşmek boş tenekeye atılan bir taş gibi çok
ses çıkarabilir ancak o sese de bundan hoşnut olacak olan kulaklar
dikkat kesilebilir.
Kendi yarı sahamızda kalmaya,
kalabilmeye…