BİZ BUYUZ… BUNU DA BAŞARDIK…

BİZ BUYUZ… Bu yazıda biraz kendimizden bahsedeceğim. İnsan bazen anlatmak istiyor. Yaşadığı güzel heyecanları paylaşmak istiyor. Yazılarımı okuyan belirli bir...

BİZ BUYUZ…

Bu yazıda biraz kendimizden bahsedeceğim.

İnsan bazen anlatmak istiyor.

Yaşadığı güzel heyecanları paylaşmak istiyor.

Yazılarımı okuyan belirli bir kitle var ve ben o kitleye hitap ederken;

Sanki karşımda oturmuş gözümün içine bakıyorlarmış gibi hissederek yazıyorum.

Onlarla aramda müthiş bir bağ kurduğuma inanıyorum.

Yazmaya ara verdiğimde sürekli benden yazı beklediklerini söylemelerinden pozitif etkilendiğim okurlarımla;

Nedense her şeyi paylaşmak istiyorum.

Onlar gerçek birer dost gibiler…

Bazen yazılanlara hak verip, bana güç katıyorlar.

Bazen de fikrime katılmadıklarını ifade edip beni eleştiriyorlar.

Her iki etkileşimden de son derece memnunum.

Düşünsenize her ikisinin de olmadığını, yok hükmünde olduğunuzu…

Aman Allahım, bizim için korkunç bir şey olurdu. Allah esirgesin!

Bizler naçizane sahne sanatçısı gibiyizdir.

Sanatçının en büyük motivasyonu aldığı alkışlardır.

Bizim de motivasyon kaynağımız, okurlarımızdan gelen olumlu-olumsuz tepkilerdir.

Yani haberlerimize gelen etkileşimlerdir.

Gazete Barış, Kocaeli’de bunu başarmış birkaç kurumdan biridir.

Biz buna “özgül ağırlık” diyoruz.

Ve bu özgül ağırlık sağa sola sataşarak, ucuz işler peşinde koşarak olmuyor maalesef.

Zaman gerekiyor, o zaman zarfında yaptığınız işlerin alt toplamında okuyucu sizi hak ettiğiniz yere konumlandırıyor.

Ve orası asla sizin müdahale edebileceğiniz bir alan değil!

Sektörde bulunanlar tarafından en fazla hırpalanan gazete biziz desem abartı olmaz.

İş yerine laf üreten, kapasitesi üretmeye ve yönetmeye yetmediği için dedikodumuzu yapanlara karşı keyif kahvemi yudumluyorum.

Hatta bazen aradan birkaç gün geçtiği halde bize bulaşmayan olunca “Hay Allah unutulduk bu ara” diyerek şakalaşıyoruz.

Değerli okurlar, 11 yıl önce yola çıktığımızda bize gülenlerin kendileriyle olan savaşına acıyarak bakıyoruz.

Var olmak için bizi yok etmeyi kafaya koyanların, çamur üstüne çamur atanların çamuruna bulaşmadan yolumuzda yürümeye devam ediyoruz.

Hiçbirine en ufak bir düşmanlık dahi beslemiyoruz.

Çünkü ben düşman olmayı bile kıymetli bulanlardanım.

Karşımdaki düşman zekamı zorlasın isterim.

Beni o arenaya çekebilmesi için yarım akılla hareket etmesin isterim.

Kısacası zekası geriden gelenlere, hırsı aklının önüne geçenlere düşman olmayı kendime zül sayarım.

Bazen sebepsiz yere, hiçbir kötülük görmediği halde bize kötülük etmek için fırsat kollayan akıl fukaraları bunları bilsin istedim.

Onları da anlıyorum.

Ne yaparlarsa yapsınlar aradıkları itibarı göremiyorlar.

Bazıları itibarın, parayla satın alınan bir şey olduğunu düşünürken;

Bazıları da çirkefliğiyle, bulaşıklığıyla, iftiralarıyla itibar kazanacağını düşünüyor.

Halbuki bu işin sırrı şu:

Yaptığın işi kaliteli yapacaksın.

Kişilerle değil, işinle uğraşacaksın.

Takım ruhuyla çalışacaksın.

Yaptığın işten keyif alacaksın.

Aslında bu iş bu kadar basit!

------------

BUNU DA BAŞARDIK…

Bugün bu köşeyi kendimize ayırdım madem, devam edeyim…

Gazetecilikle ilgili olan durumu, duygu ve düşüncelerimi az çok anlattım.

Ama benim bir başka iş kolum daha var.

Orada da heyecanlı günler yaşıyoruz, biraz ondan da bahsetmek istiyorum.

Takip edenler bilir, bundan tam iki yıl önce çocukluk arkadaşım Ebru ile çocukluk hayalimizi gerçekleştirmek adına bir yola çıktık.

Neydi bu hayal?

Birlikte bir dükkan açmak, beraber çalışmak.

Çalışırken güzel vakit geçirmek, gibi…

Pilates yaparken, “neden biz de bir pilates salonu açmayalım”, diyerek hiç bilmeden balıklama daldığımız o iş…

Sonra kocaman bir sağlıklı yaşam merkezine dönen, kendi markasını yaratan o iş…

Hakikaten de bu benim kaderim galiba.

Gazeteciliğe başladığımda da sektörü bilmiyordum.

Deli cesaretiydi.

Ama başardım.

Yani işin faaliyet konusunun ne olduğunun artık benim için önemi yoktu.

Belli kalıpların, belli duruşun oldu mu, birde üstüne özgüvenin de varsa oluyor.

İşini iyi yapanlara saygım sonsuz fakat kimse anasının karnında öğrenmiyor.

Ebru ile ortak fikirde buluşunca bismillah dedik iki ortak başladık.

Etraftan bizi uyaranlar çok oldu.

Ortaklığın zor olduğunu, sürdürülebilir olmadığını, bunun dostluğumuza zarar vereceğini savunanlar oldu.

Biz bu tür şeyleri zaten biliyorduk.

Geçmişte yaşanmış hikayelere de tanıktık.

Ama bizim böyle bir riskimiz olamazdı.

Çünkü aramızda ne maddi ne başka türden bir hesap olmadı, olamaz.

Hayalimizi gerçekleştirdik, mekanımızı kurduk, aradan iki yıl geçti.

Başladığımız noktadan bir gram dahi geri düşmedik.

Aksine daha da ileriye gittik.

Fitactiv Sağlıklı Yaşam Merkezi adını verdiğimiz işletmemiz kendi alanında çok iyi bir konuma geldi.

Ben oranın idaresinde pek bulunamıyorum.

İş yükü tamamen Ebru Hanımda.

30 yıl devlette memurluk yapan sevgili arkadaşım önceleri bocalasa da artık o harika bir iş kadını oldu.

Başlarda yaşadıklarından korkup kaçabilirdi ama kaçmadı. Niye diyeceksiniz?

Çünkü en yakınındakilerin ihanetini yaşadı.

Akraba diyip kol kanat gerdiği vefadan yoksunların, kendini işletmenin üçüncü ortağı gibi pazarladıklarını gördü.

Kendi PR’ını yapan, arkadan iş çeviren akreplerden dolayı bazen kandırılmış hissetti.

Emek verdiği, evini, gönlünü açtığı riyakarlar tarafından ihanete uğradı.

Bizim çatımız altında işi öğrenip, isim yapıp sonra 200 metre öteye mekan açanların hainlikleriyle yüzleşti.

Duygusal bir insan olduğu ve memuriyet hayatından geldiği için bu yapılanlardan çok etkilendi.

Bunlar benim için çerezlik işlerdi ama Ebru alışık değildi.

Değer verdiklerinden değer göreceğini zannedecek kadar iyi niyetliydi.

Ama yine de gardını düşürmedi.

Kısa sürede iş hayatının gerçekleriyle yüzleşmesinin ardından, duygularını saklamayı, profesyonel bakmayı öğrendi.

Şimdi harika insanlardan oluşan harika bir ekibimiz var.

Safralarımızdan arındık.

Hiç gözüm arkada değil.

Gazetedeki işimden ötürü ona yeteri kadar katkı veremediğim için bazen suçlu hissediyorum.

Fakat öyle güzel idare ediyor ki, iki yılın sonunda ortaya çıkan marka neticesinde, bizden isim hakkıyla yer açmak isteyenlerin kapımızı çalacak konuma ulaştık.

Bunları neden anlattım?

Dediğim gibi, okuyucularımla duygusal bir bağım olduğuna inanıyorum.

Gazete Barış’ı hayalimden çok daha ileri bir konuma taşıdık.

İki yılın sonunda baktığımızda Fitactiv de o yolda gidiyor, bu bilinsin istedim.

Bir gün bana sorsalar, iki işten birini tercih etmen gerekirse hangisini seçerdin diye!

Seçemiyorum, biliyor musunuz?

Yazmak çok başka bir duygu.

Ama gazeteciliğin stresi, insan müsveddelerinin sektörde hakim olma çabaları bazen “bu neyin ısrarı” dedirtmiyor değil.

Sonra şu söz geliyor aklıma:

“Sen yanmazsan, ben yanmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…”

Nice güzel iki yıllar kutlarız inşallah…

SON DAKİKA HABERLERİ

Aysun Özcan Diğer Yazıları