Asgari yaşamın ülkesi Türkiye

Heyecanın, belirsizliklerin, iniş ve çıkışların her gün farklı şekilde yaşandığı bir ülkedeyiz. Her şeyi yüksekten yaşıyoruz desem abartmış olmam. Sakinliğin...

Heyecanın, belirsizliklerin, iniş ve çıkışların her gün farklı şekilde yaşandığı bir ülkedeyiz.

Her şeyi yüksekten yaşıyoruz desem abartmış olmam.

Sakinliğin nasıl bir şey olduğunu çoğumuz unuttuk.

Yarına dair plan yapmak pek olası değil.

Yeni bir sabaha gözümüzü açmaya kalmadan, geceleri bile bu akışımız devam ediyor.

Hal böyle olunca, toplum da duygularını yüksekten yaşıyor.

Çekirdek kabuğunu doldurmayacak şeylere büyük tepkiler veriyor, bir anda coşuyoruz.

Ateşli bir millet olduğumuzu da düşünürsek hararetimiz el yakıyor.

Kolaycı davranıp her şeyin sorumluluğunu bireye atabilirim ancak gelin görün ki öyle değil.

Ekonomik dalgalanmalar ve belirsiz gelecek karşısında tırlatmıyorsak bence yine iyiyiz.

Tatil yapamayan ülke insanı gencinden yaşlısına, iyidir kötüdür demeden çadır, sandalye, sele sepet aldı.

Bu işin ticaretini yapanlar köşeyi döndü.

Sahil kenarları, ormanlar, piknik yerleri yeni yaşam alanları oldu.

İki damla su akan yeri kapmak için “kim önce uyanacak?” yarışı yapıldı koca bir yaz.

Araç park etmek şansa, piknik yapacak iyi köşeyi kapmaksa o günün nasibine kaldı.

Bir Türk kahvesi 80 lira, içine ne katıldığı belli olmayan incecik dilimli pastalar 180’e, çay birçok yerde 30 liraya dayandı.

Türk halkı ona da çare buldu.

Termosu, tasa tarağı da aldık ve tamam olduk.

Yazın sıcağında pişip duran insanlık, kliması olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayrıldı.

Onlar da kendi içlerinde klimayı kullananlar ve kullanmayanlar olarak ikiye ayrıldı.

Kışın ısınmak için doğal gaz, yazın da serinlemek için klimaya ihtiyaç duyarken cebe yansıyan faturaları atlamak imkansızdı elbet.

Her şeyi asgari seviyede yaşamaya çalışan bir milletin gerçeği bu.

Karnımız doymasın ama aç da kalmayalım.

Kimseye muhtaç olmayalım ama kemerleri biraz daha sıkalım.

Hayatı farklı şekillerde yaşayabileceğinin bilincinde olmayan yüzlerce, binlerce insan yığını.

Sofrasına biraz et geldiğinde sevinen, çocuğuna kıyafet alabildiğinde kendini şanslı sayan insanlık…

Bana göre yaşam ızdırap verici.

Tam da böyle olduğu için içine sürekli bir şeyler katıyoruz ya zaten.

Hayatı ıskaladığımızı bilmenin acısını hafifletme çabaları,

Bir yerlerden yakaladığına inandırmak kendini.

Kendini en güzel günlerin henüz yaşanmamış olduğuna inandırarak, iflah olmaz umut etme hastalığının pençesine düşmek de bu işin yan etkilerinden biri.

Çünkü umut etmek, bir şeylerin değişeceğine dair inancımızı güçlü tutar.

Asgari yaşamın devam etmeyeceğini umma inancını.

Bütün Türkiye ellerimizde sele sepetler, açılır sandalyeler ve termoslarımızla kırmızı kareli sofra bezimize yerleşmeye devam ediyoruz.

Bizi bekleyen parlak gelecek işte bu sofra bezinin üzerinde.

Kemerde sıkılacak delik kalmasa da bizim ruhumuzda açılabilecek yeni deliklere yer var.

Her şeye uyumlanabilen, delirmeye ramak kaldığını ise hiç mi hiç fark etmeyen canım ülkem!

Birileri üç yerden maaşı evine bağlamışken ve birileri de kara para aklayıp “alnım ak” diyerek gezerken toplumun geri kalanı da taksit taksit yaşayadursun.

Ama şunu da unutmamak gerek;

En güzel deniz: henüz gidilmemiş olandır.

En güzel çocuk: henüz büyümedi.

En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız.

Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: henüz söylememiş olduğum sözdür. (Nazım Hikmet)

SON DAKİKA HABERLERİ

Esra Aydın Diğer Yazıları