İçimdeki Kurbağa
Dilge Güney’in kaleminden “İçimdeki Kurbağa” kitabı ve resimleyeni de Gül Sarı. Bir sürü duyguyu harmanlayıp, biz yetişkin okuru çocukluğumuza götüren ama...
Dilge Güney’in kaleminden “İçimdeki Kurbağa” kitabı ve resimleyeni de Gül Sarı. Bir sürü duyguyu harmanlayıp, biz yetişkin okuru çocukluğumuza götüren ama aynı zamanda zamane çocuklarına da eşlik eden bir yanı var kitabın. Kardeş kavgaları, okullarda yaşanan akran zorbalığı mesela bizim dönemimizde de vardı, şimdilerde de var. Bir abiyle büyüyen kız çocuğu olarak kitaptaki karakteri anladığım çokça yer oldu. Garip bir şekilde erkek çocuklarının oyuncağı oluyorsunuz ve ona karşı kendinizi korurken güçleniyorsunuz yaşama karşı. En azından ben kendimi öyle görüyorum.
Turna sadece abisi ile değil, okuldaki zorbalıkla da mücadele eden bir kız çocuğu. Onun duygularını çok yakından hissediyorsunuz bir okur olarak. Elbette o mücadele aile içinde de devam ediyor. Kendisini anlayan, destekleyen kişilerle de hayatı daha güzel ve yaşanır bir hale dönüyor. Zaten, galiba yaşanan olumsuzluklarda insanı en fazla yoran şey, bir kişi bile olsa kimsenin seni anladığını hissetmemen veya bunu göstermemeleri. Turna bu anlamda şanslı, hem Sinan var, hem de sonrasında Ceyda öğretmen.
Hayata, daha doğrusu insana dair çoğu duyguyu konu alıyor kitap. Rekabet, kıskançlık, üzüntü, dayanışma ve daha fazlası. Sadece Turna ile de değil, her karakterin ayrı bir değeri var olayların içinde. Pastaneci kadına bayıldım mesela. Galiba bir hayalimi süslüyordu bu meslek ve oraya dokundu bu sevimli karakter. Sonra ailenin genel hali ve geçim derdi, bu topraklarda yaşayan çoğu insana çok yakın gelen meseleler. Duygudan yakalıyor yani yazar bir başka deyişle. Çok yakın olduğu kadar çok da gerçekçi. Kişisel olacak ama yazmadan edemeyeceğim; Turna’nın abisi bir şakasında pis çoraplarını Turna’nın çantasına bırakıyor şaka amaçlı. Bunun çok ama çok yakınını erkek kardeşimiz ablama yapmıştı ve yastığının altına koymuştu o kokulu çoraplarını. Ablam hala “o koku beynime işledi, hiç gitmiyor sanki” der. İtiraf edeyim, bu olay olduğunda ablamın hali ile biz de epeyce gülmüştük. Yani yazar sanki bizim aileye de uğramış ve oradan da malzeme toplamış gibi. Eminim okuyan pek çok kişi de benzer şeyleri hissedecek. Bence bu düşüncede etkili olan şey içinde bulunduğu toplumu tanımakla ilgili. Dilge Güney bu toplumu, aile yapısını, kardeşlik ilişkilerini tanıyor, biliyor ve bunu kalemiyle aktarıyor. O nedenle de duygusal bağ kurmanız bir okur olarak sanki kolaylaşıyor. Bir yazarın; toplumu, kültürü tanıması ve oradan beslenerek, üretim yapması bence güzel bir şey. Tüm bunları yazarken çizeri de atlamayayım, onun da çizimlerini keyifle takip ettim. Turna’nın midesi bulanınca resmedildiği yerlerde benim de midem bulandı mesela. Emeklerine sağlık herkesin. Tudem Yayınları da basımı üstlendiği için bence güzel bir buluşmaya aracılık etmiş. Niceleri eklensin bu kitaplara.