Tarafını Seç
İliklerimize işleyen hastalıklara değineceğim bugün. Sorsan hiç kimsede yok ancak başını çevirdiğinde toplumun her bir noktasına yayılmış damar...
İliklerimize işleyen hastalıklara değineceğim bugün.
Sorsan hiç kimsede yok ancak başını çevirdiğinde toplumun her bir noktasına yayılmış damar damar.
Beğenmeme, memnun olmama, eleştirme, kıyas ve niceleri…
“O iş öyle yapılmaz” ile başlayan cümleler, sabahtan akşama kadar süren yönergeler…
İyi yapılan bir şeyi takdir edememe sorunu içimize işlemiş.
Güzele güzel demekten imtina ediyoruz.
Bunun bahanesi de yapılan şeyi yeterli bulmayışımız.
Bu yeterlilik hali nasıl bir çıtaysa ulaşıp da alkışlananı pek göremedik.
Destek vermenin, beğenmenin, tebrik etmenin ve hatta bir insana yol açmanın güzelliğini deneyimlememiş olanlar için çok zor.
Birilerinin yaşamlarından, kariyerlerinden ya da hayat akışlarından memnuniyet duyamamak büyük bir içsel karanlık gerektiriyor.
Böylesi bir karanlık bir kez kalbe girince her yere hızla yayılıyor.
Fark edildiği anda bu tohumların yok edilmesi gerekiyor ancak cehalet denilen şeye kapılmak tatlı geliyor.
Oturduğun yerden direktif vermek, yargı savurmak, eksik belirlemek ve kimseyi beğenmemek sorumluluk almak istemeyen ehli keyifçilerin tavrı.
Daha iyisini biliyorsan sen yap.
Bakın bu cümleye verilen muhteşem bir yanıt var:
“İstesem yaparım.”
İstesemler’in sonu gelmez, eleştiriler bitmez.
Bir de kıskançlık var ki genel olarak üstte saydıklarımla kendisi sıkı fıkıdır.
Her biri huzursuz zihinlerde yaşamaya elverişli yapıya sahip.
Kendiyle barışık, başkalarıyla derdi olmayan, hayatla alacak verecek defterini kapatmış ve belki de hiç o defteri hiç açmamış bilinçlerde ise yaşayamıyor.
Gelene geçene parmak sallayan, “sen bilmezsin…” ile başlayan cümleleriyle koca ömre yayılmış deneyimini göze sokan, eksik bulmak için gözünde büyüteçle gezen büyük kalabalık…
Belki bir yerde susar diye beklersen çok beklersin.
Amacı senin çok iyi bir iş çıkarman değildir.
Amacı gerçekten bir şeyler öğretmek değildir.
Tek isteği eleştirmek, karanlığını büyütmek ve buralardan yaşam besinini almak.
Öyle ki ortaya gerçekten nitelikli bir ürün koyduğunda titreme gelir böylelerine.
Ben yapmadıysam kimse yapamasın, ben konuşulmuyorsam kimse konuşulmasın, uzayan kol ben değilsem kimse uzamasın…
Çünkü birilerinin ileri gitmesi bazılarına geride kaldığı hissini yaşatıyor.
Ve bulunduğu yeri…
Hiç kimsenin bir adım atmadığı her yerde herkes denktir, eşittir çünkü.
Sana olduğun noktayı, olmadıklarını, olamayacaklarını hatırlatmaz.
Ne güzel değil mi?
Ben duruyorsam herkes dursun, ben koşuyorsam da herkes dursun.
Ego sürekli çığırtkanlık halinde.
Bir de kıyas var ki…
Eğer mutsuz olmak istiyorsan yüzde yüz sonuç verir kıyas yapmak.
Gelirini, giderini, tatilini, arabanı, çocuğunu, evinin metre karesini, boyunu posunu…
Ya hu sen kendinden ibaretsin ve başkası değilsin.
Senin dharman yani yaşam yolun sana ait.
Bu yolu yürürken seni sana yaklaştıran, özüne temas etmeni sağlayan tecrübelerin içinden geçiyorsun.
Başka hayatlar, başka insanlar ve başka seçimler senin dışında ve senden bağımsız.
Murathan Mungan’ın çok sevdiğim bir cümlesi var, “Kendinle ne yapmak istiyorsun?”
Gerçekten de kendinle ne yapmak istiyorsun?
Elinde yontman, törpülemen ve belki de her gün başka şekiller vermen gereken bir insan malzemesi var.
Ne koymak ne çıkarmak istersin ondan?
Yaşamı acıyla ya da keyifle yaşayabilirsin.
Tarafını seç.
Gelelim “herkes beni konuşuyor” hastalığına.
Dünyanın kendi etrafında döndüğünü ve kendi durduğunda dünyanın da durduğunu sananlara.
Önemli bir bilgi vereceğim; dünya hepimizin etrafında dönüyor.
Ve bazen de duruyor ancak herkesin kendi bireysel hayatlarında.
Bir yerde kutlama yapılırken başka bir evde ölümün yası tutuluyor.
Kutlamanın yapıldığı yerde zaman hızlı geçerken; yas evinde her şey ağırlaşıyor, yavaşlıyor ve durma noktasına geliyor.
Çünkü dünyanın bin bir türlü hali var.
Birilerinin gündem maddesi olma süremiz birkaç dakika.
Haberlerin geçişi kadar hızlı.
Yeni bir şey gelene kadar oyalanma malzemesi.
Bu hastalık düşman yaratmaya kadar gidiyor.
Kişi kafasında öyle bir resim çiziyor ki sanki herkes onun ayağını kaydırmaya, işini bozmaya programlı.
Sanıyorum ki kendini değerli hissetme daha doğrusu hissedememe halinden kaynaklanıyor.
Önemli olduğunu, ilişkileri ve hatta yaşadığı şehri dizayn ettiğini düşünmeye kadar varan zor bir ruh hali.
Vardır ya siyaseti şekillendirdiğini zannedenler…
Ama masadan kalkar kalkmaz dalga geçilenler.
Bazen insan bezelye tanesi kadar olduğunu hatırlatmalı kendine.
Ya da bir yıldız tozu olduğunu.
Ve öneminin yalnızca kendi yaşamında yer teşkil ettiğini.
İşte bu kadar.