Sömürüyorum çünkü…
İnsanı evrenin merkezine alan yaklaşıma “antroposantrizm” deniyor. Türkçede bilinen haliyle insan merkezcilik… Çevrenin efendisi olduğunu düşünen insan için...
İnsanı evrenin merkezine alan yaklaşıma “antroposantrizm” deniyor.
Türkçede bilinen haliyle insan merkezcilik…
Çevrenin efendisi olduğunu düşünen insan için öncelikle kendi çıkarı önemli.
Kirleten ve tahrip eden insana hizmet eder sistem.
Etik kurallar da dahil olmak üzere her şey insana uygun olduğu sürece kabul edilebilir, esnetilebilir ve uygun kılıf dikilebilir.
Neden dikilmesin?
Biz İnsanız.
Gücümüz yettiği için tahakküm kurabiliyor, istediğimiz gibi at koşturabiliyoruz.
Ve bunu yaparken de tüm canlılar için en iyisini düşündüğümüzü iddia ediyoruz.
Bundan oldukça eminiz.
Yüzlerce yıldır içinde bulunduğumuz ekosistemi kendimize göre yönetiyoruz, şekillendiriyoruz.
Bitkiler hayvanlar içinse hayvanlar da bizim için.
Tüylerini yolup yastık, yorgan doldurma hakkımız var!
Sırf yapabildiğimiz için kafeslere tıkıştırdığımız hayvanları sömürüyoruz.
Kahvaltı masalarımıza gelen yumurtaların öncesi hakkında bir şey bilmek zorunda değiliz.
Önemli olan insanlığın doyması.
Mesela yüksek yüksek oteller inşa etmek için ya yangın çıkarıyoruz ya da güzelim ormanların talan edilmesine göz yumuyoruz.
Sonra bir Temmuz akşamı evinde oturamayan, sıcaktan bunalan insanın yeşile koşuşuna şahitlik ediyoruz.
Ah bir de ne görelim! İnsan sömürüye orada da devam ediyor.
“Önemli olan benim rahatlamam” çılgınlığı alabildiğine kol geziyor.
Gökyüzüne dalıp gitmek, denize uzun uzun bakmak isterken bir kilo çekirdeğin çimlere paspas edilişini izliyoruz.
İzmaritlerin öbek öbek bırakılışına,
İçkisini içtikten sonra 3 metre ötede ihtiyacını medeni olarak gidermekten imtina eden vatandaşların, ağaç arkalarına yarım yamalak gizlenerek ihtiyaç giderdiklerini görüyoruz.
Yahu neden gidermesin?
Doğa dediğimiz şey de bize hizmet etmiyor mu?
Edecek, etmeli.
Kökünü kurutana dek devam etmeliyiz.
Hep daha fazlasına sahip olma arzusu çığ gibi büyüyen bir açgözlülük seline dönüşüyor.
“İhtiyacım var mı?” sorusu artık yanıtsız çünkü bir gün ihtiyacım olabilir ihtimaliyle yaşıyoruz.
Gereğinden fazla tüketim üstüne düşünmenin bir anlamı yok.
Alabiliyorsan, tüketebiliyorsan hakkındır.
Al, kullan ve canın sıkılınca at.
Çünkü yapabiliyoruz.
Sırf yapabildiği için satın aldığı av köpeğini doğasına uygun olmayan, küçücük bir kulübede yaşamaya mahkûm eden de insan,
Çocuklarının şımarıklığını tatmin etmek istediği için süs köpeği alıp sıkılan ve gittiği tatil beldesinde sokağa bırakan da insan,
#yasayıgeriçek diyen de insan,
Ve buna kulak tıkayan da insan.
Sürekli kendi ayağımıza çelme takıyoruz.
Aldığımız her karar bir öncekinden daha iyi değil.
Her canlının yaşam hakkı var ve buna son verip vermemek kimsenin tekelinde değil.
Yok ederek neyi başarabilmişiz bugüne kadar?
Var etmek varken…
Doğaya ve tüm canlılara yabancılaşıyoruz giderek.
Bu yabancılaşma kendi iç sesimizi duymamızı güçleştiriyor.
Ekosistemin bir parçası değil onun yöneticisi olmaya kalktığımızda ne gibi sonuçlarla yüzleştiğimiz ortada.
Kirletmeden, yok etmeden, sömürmeden yaşamak mümkün.
Sadece biraz kendimizin dışına çıkıp bakma çabası gerektiriyor, o kadar.
Kolay olanı seçme arzusunu bir kenara bırakıp gerçekten herkes için en doğru olanı yapmak bu kadar zor olmamalı.
Kimseye şöyle yapın, böyle edin diyecek değilim.
Ancak kısa vadede çözüm gibi görünen şeylerin sorun yaratacağının da bilincinde olalım.
Zamanında halledilmeyen, önlem alınmayan ve -mış gibi yapılan her şey ayağımıza dolanıyor.
Yanlışta ısrarcı olmadığımız,
Birlik bilincinden ayrılmadığımız bir hafta olsun.
Güzel kal…