Samimiyseniz, Ali Erbaş’ı görevden derhal alacaksınız!
Ülke işgal altında, padişah ve İstanbul hükümeti, düşmanın zaferine boyun eğmiş, manda ve himaye altına girmeyi kabullenmiş! 600 yıllık bir imparatorluk...
Ülke işgal altında, padişah ve İstanbul hükümeti, düşmanın zaferine boyun eğmiş, manda ve himaye altına girmeyi kabullenmiş!
600 yıllık bir imparatorluk çökmüş, Padişah Meclisi, Sevr adı verilen anlaşmayla ülke topraklarının pay edilmesini imza altına almış!
Ordular dağıtılmış, silahlarına el konulmuş…
Düzenli bir ordu yok, Türk milleti, bağımsızlık ruhuyla canları pahasına işgal güçlerine karşı şehirlerinde direniyor…
Gemilerin topları, Dolmabahçe’ye yöneltilmiş, padişahtan halkın direnişini durdurması isteniyor…
Padişah Vahdettin, Mustafa Kemal’i, yetkilerle donatıp 9. Kolordu Komutanı olarak Anadolu’ya, halkın isyanlarını bastırmaya gönderiyor…
Lakin Mustafa Kemal, donatıldığı bu yetkilerle gittiği Anadolu’da, emre itaat etmiyor, halkın işgalcilere karşı direnişini artırmasını sağlıyor…
Halkı isyana daha da teşvik ederken bir yandan da düzenli ordunun kurulması ve Kurtuluş Savaşı’nın başlaması için çalışmalar yapıyor.
İstanbul Hükümeti ise Mustafa Kemal Atatürk için dönemin Şeyhülislamı Mustafa Sabri’ye, Atatürk için ölüm fetvası verdiriyor…
İşte bir yanda işgalci güçler, bir yanda hıyanet içinde olan İstanbul hükümeti ve sözde din adamı Mustafa Sabri gibilere rağmen, imanlı, inançlı, bağımsızlığı için canını hiçe sayan Türk milletini arkasına alarak kurtardı bu toprakları Mustafa Kemal Atatürk…
Yani 600 yıllık bir imparatorluğu yıkmadı, yıkılmış bir imparatorluktan geriye, Ankara ve çevresinden başka yaşam hakkı tanınmayan Türk milletine bugünkü Misak-i Milli sınırlarını kazandırdı…
Babadan oğula geçen bir yönetim anlayışından halkın egemenliğine dayanan Cumhuriyet’i kazandırdı…
Ve “Benin naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ancak Türkiye Cumhuriyet’i ilelebet payidar kalacaktır” sözleriyle bizlere Cumhuriyet’i miras bıraktı…
***
Evet, bugün o şanlı komutanın, o şanlı önderin bedenen aramızdan ayrılışının 85. yıldönümü…
Bugün onun ilke ve inkılaplarıyla, bizlere armağanı olan Türkiye Cumhuriyet’i ile ölümsüzlüğe intikalini yad ettiğimiz gün…
85 yıl önce vefat etmiş ama bugün onu hiç görmemiş 7 yaşındaki bir çocuğun şiir okurken, onu anarken, onu izlerken, sesini duyarken hüzünlendiği, ağladığı gün…
Bugün, onu ne yaparlarsa yapsınlar öldüremeyeceklerini düşmanlarının bir kez daha gördüğü gün…
Bugün Ata’nın izinde olan ve yeni nesli onun izinde yetiştirenler için hüzün, ona düşman olanlar, uydurulmuş tarihlere kananlar için ise umutsuzluğun günü…
***
Zaman zaman duyarsınız ağızlarından, puta tapmakla suçlarlar Atatürk sevgisiyle dolu insanları…
Onun huzurunda saygı duruşunda bulunmayı günah sayarlar…
Ona Ulu Önder demeyi yanlış bulurlar…
Hiç alakasız bir şekilde Peygamber’imiz Hz. Muhammet (S.A.V) ile kıyaslama yapma gibi bir saçmalığın, yanlışın içine düşüp, cehaletlerini topluma haykırırlar…
Atatürk’ün inancını sorgulamayı marifet sayarlar, bedenen aramızdan ayrılmış bir insana hakaretler etmeyi inançlarına yakıştırırlar…
Düşünmezler ki bugün ibadetlerini özgürce, gizlenmeden yapabilmelerini sağlayan Atatürk ve silah arkadaşlarıdır…
Bilmezler ki işgalcileri denize döküp, büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Türk milletini tekrar bağımsızlığına kavuşturan ADAM sayesinde minarelerden ezanlar yükselir…
Çünkü onların beyinlerini yıkayanlar vardır…
Atatürk sayesinde edindikleri makamlarından kalkıp; Atatürk’e hakaret eden, insanların beynini yıkayanların ayağına giden, onlara itibar gösterenler vardır…
Çünkü Atatürk’ün kurduğu Diyanet’in başında, Atatürk’ü hutbelerden silen Ali Erbaş vardır…
Peki bunun adı hıyanet değil midir?
Cuma gününe denk gelen 10 Kasım’da bile Atatürk’e hutbelerde yer vermemekte niyet hayır olabilir mi?
Türk milletini arkasına alarak bu toprakları düşman işgalinden kurtaran ve üzerinde yaşadığımız toprakları bir ulus devletine dönüştüren Mustafa Kemal Atatürk, kurduğu Diyanet tarafından yok sayılmayı mı hak ediyor yani?
***
Evet, bugün Anıtkabir’de Ata’nın huzuruna çıkan, O’nun anısına saygı duruşunda bulunan hükümet yetkilileri size soruyorum: Atatürk’e hakaretler eden, “Keşke Yunan galip gelseydi” diye başlayan cümlelerle uydurma bir tarihle insanların beynini yıkayan Kadir Mısıroğlu’nu son nefesini vermeden önce hastanede ziyaret edip itibar gösteren, yıllardır hutbelerde Atatürk’ü yok sayan Ali Erbaş’ın Atatürk’ün kurduğu Diyanet’in başında işi ne?
Eğer ki Atatürk’e olan sevgi ve saygınızda, zaman zaman iddia ettiğiniz “Gerçek Atatürkçü biziz” söyleminizde samimiyseniz Atatürk’ün izinde olan insanları camilerden uzaklaştıran, Atatürk’ün milli bayramlarda ve 10 Kasım’da yılladır tüm tepkilere rağmen istikrarlı bir şekilde hutbelerde adını andırmayan Ali Erbaş’ı görevden alın…
Bakın, camilere yıllardır bağışta bulunan ancak Erbaş’ın bu tavrına tepki gösterip, bu bağışlarını kesen insanlar biliyorum…
Atatürk’e yoğun bir sevgi ve saygı besleyen, onu hutbelerinde anmak, yad etmek isteyen, Ali Erbaş’a tepkili binlerce din adamı olduğunu duyuyorum…
Ali Erbaş’a rağmen, hutbelerinde olmasa da vaazlarında Atatürk’ü anmaktan çekinmeyen imamları da görüyorum…
Evet tekrar ediyorum ve bunu bu ülkenin kurtarıcı ve kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde olan, ona vefa güden bir yurttaş olarak söylüyorum; Atatürk’ün huzurunda bulunduğunuz saygı duruşunda samimiyseniz, iyi polis, kötü polisi oynamıyorsanız, Ali Erbaş’ı Diyanet’in başından lamı cimi yok, derhal alacaksınız…