Fil Kadar Küçük
Okuduğumdan beri zihnimde gezen onlarca şey var bu kitaba dair. Jennifer Richard Jacobson tarafından yazılan ve Anıl Ceren Altunkanat tarafından Türkçe’ye...
Okuduğumdan beri zihnimde gezen onlarca şey var bu kitaba dair. Jennifer Richard Jacobson tarafından yazılan ve Anıl Ceren Altunkanat tarafından Türkçe’ye çevrilen kitabı İthaki Yayınları basıyor. Jack adındaki küçük bir çocuğun ağzından dinliyoruz hikayeyi ve o hikayeyi dinlemek yerine yaşamaya başlıyoruz aslında okur olarak. 11 yaşındaki bir çocuğun azmi, mücadelesi, empati yeteneği, çaresizliği, hüznü, endişesi, telaşı, yorgunluğu ve kaybı o kadar derin işleniyor ki, etkilenmemek mümkün değil.
Jack, annesi ile birlikte kampta çadır kurmuşken aniden terk ediliyor. Baba konusuna hiç girilmemiş kitapta ama kaçınılması gereken, anne ile çocuğu ayıracağı vurgulanan bir anneanne var sayfalarda. Jack hem annesinin yokluğu ile, hem de sosyal hizmetlere ve oradan da anneanneye verileceği endişesi ile kimseye annesinin yokluğunu söylemiyor ve onu aramaya başlıyor. Tek başına, korkmuş ve annesinin rahatsızlığının kısmen farkında olan bir çocuk Jack. Kitabın sonlarına doğru annenin bipolar olduğunu anlıyoruz. İlaçlarını almadığı ve tedavisini aksattığı durumlarda anne ve oğulu sıkıntıya sokan bu tip durumlar daha önce de yaşanmış ama bu seferki daha zor bir süreç ikisi için de. Ancak biz okur olarak olayı sadece çocuğun gözünden görüp anlamaya çalışıyoruz. Galiba güzel olan yanı da bu. Çocuk bir şekilde annesine ulaşmaya, onun iyi olduğunu duymaya ihtiyaç halinde ama olaylar onu farklı yerlere çekiyor. Kendi içinde çok çeliştiği durumlar yaşayan Jack nihayet kayıp çocuk olarak arandığını fark ettiğinde hayatı daha da zorlaşıyor ve amacına ulaşmak için daha fazla risk alıyor.
Macera, heyecan, korku eşlik ediyor elbette Jack’i izlerken okur olarak bana. Akıcı bir dili var kitabın ve bıraktığınız zaman “acaba ne oldu, ne yapıyor acaba şimdi çocuk” gibi garip bir duygu eşlik ediyor insana. Jack annesinin hastalığının farkında ama detaylarını bilmiyor. Dolayısıyla bizler de bilmiyoruz. Kitabın sonunda anneannenin aslında onları en fazla düşünen kişilerden biri olduğunu görüyoruz ve güzel olan yanı, bunu Jack’in de görüyor olması. Jack’in hem hep hayalinde ve aklında olan fil ile buluşması, hem de anneannesi ile buluşması, üstelik onu filin yanında bekleyen kişi olarak, çok dokunaklıydı. Fillere hayranlığı olan Jack sayesinde okur olarak bizler de çok şey öğreniyoruz. Bir çocuğun dünyasına konuk olmak, onun gözünden yaşananları izlemek ve hissetmek çok güzel bir deneyimdi. Annenin manik döneminde bile bir şekilde oğlunu düşünmesi ve ona ulaşılmasında yardımcı olmaya çalışması da son sayfalarda veriliyordu. Bunu anneannesinden duyan Jack gibi, okur olarak benim de içim ısındı. Kitabı bitirince hayatın hepimizi farklı noktalardan dönüştürdüğünü ve bunu da yıllar sonra kavrayabildiğimizi düşündüm. Aile denilen kavramın çok belirleyici olduğu bir gerçek. Ama hangi aileye doğduğumuz gibi, hangi dine, ırka, millete doğduğumuz da bize ait tercihler değil. Galiba sadece üzerimize gelenle ne yaptığımız var sonuç olarak karşımızda. Yine de umarım tüm çocuklar sevgi dolu bir aile ortamında büyüyebilir diye dileğimi de belirtmiş olayım.