Düdüklü Tencere Orkestrası

Dilge Güney’in kaleminden bir kitap var karşımızda ve bende bıraktığı bir sürü çağrışım. Bilgi Yayınevi tarafından basımı yapılan ve resimlerini Efecan...

Dilge Güney’in kaleminden bir kitap var karşımızda ve bende bıraktığı bir sürü çağrışım. Bilgi Yayınevi tarafından basımı yapılan ve resimlerini Efecan Sezer’in üstlendiği Düdüklü Tencere Orkestrası, aslında nasıl da her birimizin her an öteki ve sorunlu olacağı üzerine ince bir çizgi çiziyor. Elbette bu ötekileştirme ve suçu, sorunu birinde arama veya ona yükleme eğilimi insan denilen canlıda sıkça görülen ve yoğunlukla bir millete has olmayan bir şey. İlginçtir ki daha bugün farklı bir açıdan bu konu sohbetimizdeydi ve dünyanın farklı yerlerinde insanların nasıl da birini veya bir grubu dışladığı ve ötekileştirdiği, bunu yaparken bazılarının çok acımasızca, bazılarının da olabildiğince incelikli yollarla yaptığını konuştuk. Bu kitap için Romanlar ilk suçlu ilan edilecek kişilerken, bir başka noktada “beyaz yakalı” bir ailede büyüyen Işıl onun verdiği isimle Nar teyze ve ailesi tarafından suçlu ilan edilebiliyor. Yani aslında buna bir kez göz yumduğunuzda veya görmezden geldiğinizde, aynı şekilde siz de o olasılık içinde çok rahat yer alacağınızı unutmuş oluyorsunuz. Çünkü maalesef çoğu insan herhangi bir durum karşısında özeleştiri yerine karşısındakini suçlama eğilimindedir.

Düdüklü Tencere sadece ötekileştirme kavramı etrafında oluşan bir roman değil, buna eşlik eden pek çok konu var. Örneğin pek çok çocuk ve aile için “başarı” kavramının nasıl da saplantılı bir hal aldığı ve aslında bu kavramın içeriğinin sadece notlardan, madalyalardan, ödüllerden ibaret sayılmasının da yanlışlığını gösteriyor. Çocuğuyla nasıl iletişime geçeceğini bilemeyen koca koca insanlar ve onların katı kuralları ile büyümeye çalışırken çocuk olma hakkından mahrum kalanlar var aynı zamanda romanda. Ali onlardan bir tanesi. Çocuk olma hakkı pek çok açıdan elinden alınan ve yaşıtlarına göre erken büyümek zorunda kalan bir diğeri de Gelincik. Dışarıdan eğlenceli gelen ama aslında pek çok haktan mahrum kalan o çocukların hayatları ve hayatlarını geçirdikleri koşulları düşününce, mizah bir yetişkin okur olarak bende farklı duygulara bırakıyor yerini. Sürükleyici, çocuğun gözünden takip ettiğimiz olaylar elbette güldürüyor okur olarak beni ve yanımdaki dinleyicileri, sadece sonrasında bazı “keşke”ler eşlik ediyor bana olayın gerçekliğini düşündüğümde.

Üzerinde durmak istediğim bir başka konu ise aslında insan olarak birbirimizden pek de farklı olmadığımız ve bazı konularda maalesef değişimin oldukça yavaş olması. Mesela anneanne karakteri üzerinden kalıp yargıları ve söyleme sinen olumsuz duyguları görüyoruz. Eminim pek çoğumuz kendi ailemizde de benzer deneyimler yaşamışızdır. Zaten dilden dile, kültürden kültüre yerleşeni değiştirmek en zor olanı ya, işte yazar tam da o noktaya değiniyor. Yine, Işıl’ın anne ve babası ile o kalıp yargıları yıkıyor ve olayın nefes almamızı sağlayan kısmını oluşturuyor. Çocukların kendi hallerine bırakıldığında nasıl ayrı bir dilleri olduğunu ve o dilin nasıl da güzel olduğunu da gösteriyor yazar. Çocuk dünyasına yakın olanların ve içlerindeki çocuğun sesine kulak kabartanların artması dileğim kadar, bunu Dilge Güney gibi yazıya aktaranların da çoğalmasını diliyorum.

SON DAKİKA HABERLERİ

Saadet Sevinç Doğan Diğer Yazıları